Yüzgeç: Riskli yapı stoku her yıl artıyor
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Taner Yüzgeç, 6 Şubat Depremi sonrası çalışmalara ilişkin gözlemledikleri ikaz ve itiraz ettikleri konuları anlattı. Yüzgeç, “Ülkemizde her yıl 100 bin civarında yeni yapı üretilmektedir. Bunların bir kısmı riskli yapı stokumuzu beslemektedir” dedi.
İLKHABER Gazetesi'nden Bayram Bulut'un haberine göre; İnşaat Mühendisleri Odası Başkan Taner Yüzgeç, 6 Şubat Depremlerinden sonra odalarının her biriminin ana gündem maddesinin deprem olduğunu söyledi. 6 Şubat depremlerinin çok büyük depremler olduğunu dile getiren Yüzgeç, “7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremler sadece büyüklükleri açısından değil şiddeti, yıkıcılığı ve ivmeleri açısından da yer bilimcilerin, sismologların beklentisini aşan depremler niteliğindeydi. Dolayısıyla bu denli büyük ve yaygın depremler karşısında kayıpları sıfıra indirmek belki mümkün olmayabilirdi fakat böylesi dehşet verici bir tabloyla karşılaşmamız elbette ki önlenebilirdi. Resmi rakamlara göre 50 binden fazla insanımız hayatını kaybetti, yaklaşık 40 bin bina yıkıldı, 200 binden fazla bina ağır hasar aldı. Cumhurbaşkanlığı verilerine göre maddi kaybın 100 milyar doların üzerinde olduğu tahmin ediliyor” dedi.
TÜRKİYE TEYAKKUZ HALİNE GEÇTİ
Depremin olduğu saatin hemen akabinde tüm Türkiye’nin teyakkuz haline geçtiğini vurgulayan Yüzgeç, “6 Şubat Depremleri bir yönüyle de toplumun acılar, felaketler karşısında nasıl birleştiğini, acıyı ve kederi nasıl ortaklaştırabildiğini, yardımlaşma ve dayanışma kültürünün her şeye rağmen ne kadar gelişmiş olduğunu da göstermiş oldu. Her yurttaş, her kurum, örgütlü her kesim çağrı beklemeksizin yardımlaşma ve dayanışma çabasına girdi. Ancak, toplumun dayanışması ve yaşanan felaket karşısında örgütlenme kabiliyeti ne acıdır ki sorumlu kurum ve kuruluşların önündeydi. Özellikle ilk hafta içerisinde, acil durum ve acil müdahale açısından görünen sorunların tarif edilebilir veya anlaşılabilir bir yönü yoktu. Afet müdahale planlarının uygulanmadığını veya uygulanamadığına şahit olduk” diye konuştu.
KAYGI VERİCİ ÖRNEKLER İÇERMEKTEDİR
Afet sonrası çalışmaların, kuşkusuz afetin hemen akabinde yapılan arama-kurtarma, yardım ulaştırma, beslenme ve acil barınma ihtiyaçlarını karşılama ile sınırlı olmadığını belirten Yüzgeç, “Geçici yerleşim alanlarının kurulması, enkaz kaldırma işlemleri, altyapısal hizmetlerin yani elektrik, su, kanalizasyon, haberleşme ihtiyaçlarının karşılanması gibi faaliyetlerdeki sorunlar da kamuoyunun fazlasıyla gündemine giren konular oldu. Aradan 1 yıl geçmesine rağmen eğitim, sağlık ve güvenlik ihtiyaçlarının da yeterince karşılanamıyor olması bir başka giderilememiş sorun olarak karşımıza çıkıyor. Afet sonrasının ileriki çalışmalarının ise, şeffaflık ve katılımcılık ilkeleri çerçevesinde yürütüldüğünü söylemek pek de mümkün değildir. Bir yandan şehirlerin yeniden kurulması, yeni yerleşim alanlarının oluşturulması, konut ve işyeri ihtiyacının karşılanması konularında seçim öncesi verilen taahhütlerin ötelendiği görülürken, diğer yandan yapılan çalışmaların da sağlıklı kentleşme ve güvenli yapılaşma açısından’ yer seçiminden inşa kalitesine kadar’ kaygı verici örnekler içermektedir” ifadelerini kullandı.
İKAZ VE İTİRAZ ETTİĞİMİZ KONU BAŞLIKLARI
Bu gibi sorunların, tek başına kamu görevlilerin özverili çalışmaları ile giderilemeyeceğini anlatan Yüzgeç, “Siyasi iradenin ve siyasi karar vericilerin tüm deprem bölgesine daha çok kaynak ve imkan sağlaması, yasal ve hukuki düzenlemeleri bir an önce yapmaları, ekonomik krizin ve hayat pahalılığının etkilerini hiç olmazsa bu iller için gidermeleri gerekmektedir. Şu ana kadar söylediklerim afet sonrası çalışmalara ilişkin gözlemlediğimiz, ikaz ve itiraz ettiğimiz konu başlıklarıdır sadece. Ancak yaşanan depremin bir felakete dönüşmesinin esas nedeni bu değildir. Deprem sonrası yaşanan ve hala devam etmekte olan sorunlar olmasaydı bile, yani afet sonrası müdahaleye her yönüyle hazır olunsaydı bile, böylesine yaygın bir yıkım karşısında çaresiz kalınabilirdi. Evet, beklenmedik büyüklükte bir depremin yaşandığı bir gerçektir. Ancak bu gerçek, başka gerçeklerin üstünü örtmüyor. Çünkü afete hazırlığın temelini güvenli yapılaşma ve sağlıklı kentleşme çalışmaları oluşturmaktadır. Bunlar yapılmadığı taktirde böylesine yaygın bir yıkımın oluşmasının önüne geçilemiyor ve deprem sonrası müdahalenin altından kalkmak mümkün olmuyor. Bize göre en büyük suç da, günah da burada yatıyor” dedi.
SON 60 YILIN ESERİ OLAN RİSKLİ YAPI STOKU NEDEN YILLAR İÇERİSİNDE DÖNÜŞÜP AZALMAMIŞTIR?
Türkiye’de her yıl 100 bin civarında yeni yapı üretildiğini dile getiren Yüzgeç, “Ancak merak edilen soru şudur; son 60 yılın eseri olan riskli yapı stoku neden yıllar içerisinde dönüşüp azalmamıştır? Ülkemizde her yıl 100 bin civarında yeni yapı üretilmektedir. Acaba bunların bir kısmı riskli yapı stokumuzu beslemekte midir? Üzülerek söylemek zorundayım ki; Evet. Çünkü ülkemizdeki yapı üretim sisteminde çok ciddi sorunlar bulunmaktadır ve bunlar palyatif çözümlerle giderilememektedir. İmarında, etüdünde, projesinde, inşasında, denetiminde ruhsatlandırılmasında yani her aşamasındaki sorunların temeli, yapının inşası ve bizatihi varlığı ile elde edilecek kar ve rant getirisinin sınırlandırılamaz olmasındadır. Yani serbest piyasa düzeninin kuralları ve sınırları buharlaştırma becerisinden kaynaklanmaktadır. Oysa bir yapı, mülkiyeti ister devlette, ister gerçek kişilerde, isterse özel kuruluşlarda olsun doğrudan toplumun güvenliğini, tarihini, kültürünü, konforunu, ekonomisini ve çevresini etkileyen, ilgilendiren bir varlıktır. Bu özelliklerinden dolayı yapılar bir kamusal varlıktır. İnşasına da, denetimine de bu perspektifle bakılması gerekir” diye konuştu.
SON 20 YILDA YAYGINLAŞTIRILAN YAPI DENETİM DÜZENİ
Yüzgeç yapı denetim sistemine dikkat çekerek, “Mesela son 20 yılda yaygınlaştırılan yapı denetim düzeni, kısmi iyileştirmeler getirse de sağlıksız inşaat ve yapılaşma kültürünü değiştirmemiş, sadece devletin sorumluluğunu üzerinden atacağı mekanizmalar halini almıştır. Yapı denetim sistemi, yapı üretim sürecinin en temel ihtiyacı olan mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin gerçekten verilmesini değil, mühendislerin, mimarların kağıt üzerinde sorumluluk almasını, bunu da cüzi ücretler karşılığında yapmasını tasarlamıştır. Çünkü mühendislik mimarlık hizmetleri maliyet artırıcı bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Sadece ücretleri açısından değil gerek teknik, gerekse imar açısından uygunsuz imalatlara onay vermemesi de kar kaybına sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla fiilen inşaat süreçlerinin dışında tutulmaktadırlar. Sonuçta, yaratılan bataklıkta sivrisineklerin peşine düşerek meseleyi çözemeyiz. Mevcut Yapı Denetim Yasası’nın öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi modeli yerine; mesleğinde yetkin yapı denetçilerinin faaliyetlerine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir model hayata geçirilmelidir” şeklinde konuştu.
DEPREM TEHDİDİNE KARŞI GÜVENLİ KENTLER
Proje denetimi ve yapı denetiminin birbirinden ayrılması gerektiğini işaret eden Yüzgeç sözlerini şöyle sürdürdü;
“Proje Denetimi doğrudan kamu tarafında ve yetkin mühendisler eliyle yapılmalı, Yapı Denetim Kuruluşları ve Laboratuvarları doğrudan kamuya karşı sorumlu olmalı ve onun denetiminde çalışmalıdır. Deprem tehdidine karşı güvenli kentler ve yapılaşma oluşturmak kolay olmayan, karmaşık ve maliyetli süreçlerdir. Fakat yapılamaz değildir. Üstelik çok uzun zamana yayılmadan da gerçekleştirilebilir. Ancak bunun için kaynakların doğru kullanılması, sorunlara bilimsel yaklaşılması ve toplumun genel menfaatlerinin gözetilmesi gerekmektedir. Daha önce söylediğim gibi ülkemizdeki cezasızlık kültürü, sorumluluk üstlenmeme anlayışı, aynı sıkıntıları tekrar tekrar yaşamamıza sebep olan faktörlerden biridir. 6 Şubat depremlerinden bu yana yaşanan hukuki ve idari süreçlere baktığımızda, yıkılan ve hasar gören on binlerce yapının sorumluluklarının, üstelik kin güdercesine, meslektaşlarımızın omuzlarına yüklenmeye çalışıldığını görmekteyiz. Bu durum bile, her defasında olduğu gibi, cezasızlık kültürü açısından tipik bir örnek teşkil etmektedir.
10 BİNLERCE HAYATIN GERİ GETİRİLMESİNİN, O BOŞLUĞUN DOLDURULMASININ İMKANI YOKTUR
Sistemsel zafiyet ve sorunlar göz ardı edilip, yerel veya genel idareler tarından alınan yanlış kararlar veya alınması gerekip de alınmayan kararların sahipleri yok sayılıp sadece teknik elemanların kovuşturmaya tabi tutulmaları, adaleti sağlamaktan ziyade yeni adaletsizliklere yol açmaktadır. Adaletin terazisine sadece teknik elemanların çıkarılmasına itiraz ediyoruz. Çünkü on yıllardır biz ve bizim gibi pek çok kurum ve kuruluş mühendislik hizmetlerinin gerçekten nasıl verilebileceğine dair görüş oluşturuyor ve mücadele ediyor olmasına rağmen, siyaset alanını finanse eden rant düzeninin korunması uğruna bunlara kulak tıkayanların da, adaletin terazisine çıkması gerektiğine inanıyoruz. Depremin yaralarının sarılması, hayatın normale dönmesi zaman alsa bile başarılabilir. Maddi kayıplarımız zaman içerisinde giderilebilir. Ancak 10 binlerce yurttaşımızın hayatının geri getirilmesinin, o boşluğun doldurulmasının imkanı yoktur.