TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Irkçılık

İLKHABER-Gazetesi - Irkçılık haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Irkçılık haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

İngiltere'de göçmen karşıtı eylemler: Rotherham'da oteli yakmaya kalkıştılar Haber

İngiltere'de göçmen karşıtı eylemler: Rotherham'da oteli yakmaya kalkıştılar

İngiltere'nin kuzeyindeki Rotherham'da aşırı sağcı gruplar, sığınmacıların kaldığı bir oteli yakmaya çalıştı. Ülke genelinde gerçekleştirilen göçmen karşıtı eylemlerde 147 kişi gözaltına alındı. Liverpool’un yaklaşık 16 kilometre kuzeyinde Merseyside’a bağlı Southport bölgesindeki bir dans okulunda pazartesi günü gerçekleştirilen ve 3 kız çocuğunun ölümüyle sonuçlanan bıçaklı saldırı sonrası yayılan yanlış bilgiler sonucu sokaklardaki şiddet olayları sürüyor. Rotherham’da aşırı sağcılar, düzensiz göçmenler ve sığınmacıların tutulduğu bir otelin önünde toplandı. “Dışarı çıkarın” şeklinde slogan atan aşırı sağcılar, otele taş ve şişe fırlattı. Bazı camları kıran aşırı sağcılar, ateşe verdikleri çöp bidonuyla otelde yangın çıkarmaya çalıştı. Oteli çevreleyen polis ise aşırı sağcılara müdahalede bulunarak çıkan küçük çaplı yangını söndürdü. Polisin kalabalık grubun otele girişini engellemeye çalışmasına rağmen bazılarının içeri girdiği görüldü. Çıkan olaylarda 10 polis yaralandı. Liverpool, Bristol ve Manchester da dahil olmak üzere ülke genelindeki farklı noktalarda benzer olaylar yaşandı. Dükkanlar ve iş yerleri tahrip edilerek yağmalandı, çok sayıda polis memuru yaralandı. Ulusal Polis Şefleri Konseyi, toplamda 147 kişinin gözaltına alındığını, önümüzdeki günlerde daha fazlasının alınacağını duyurdu. Başbakandan Aşırı Sağcılara: "Pişman Olacaksınız" İngiltere Başbakanı Keir Starmer yaşanan şiddet olaylarını kınadı. Starmer, Downing Street'ten yaptığı açıklamada, olaya karışanların "yasaların tüm gücünü" hissedeceklerini söyleyerek şiddet olaylarına karışanlara seslendi. Starmer, "Buna katıldığınız için pişman olacaksınız. Bu eylemin hiçbir gerekçesi yok" dedi. Ülkedeki insanların "güvende olma hakkı" olduğunu söyleyen Starmer, buna rağmen Müslüman toplulukların hedef alındığını belirterek sokaklarda Nazi selamları duyulduğunu belirtti. Starmer, "Buna aşırı sağ haydutluğu demekten çekinmeyeceğim" dedi. Starmer, "haydutları" adalete teslim etmek için ne gerekiyorsa yapacağına dair söz verdi. Görünen sebep veya motivasyon ne olursa olsun tutuklamalar, suçlamalar ve mahkumiyetler olacağını söyleyen Starmer, "Bu bir protesto değil, organize edilmiş, şiddet içeren bir haydutluktur ve bunun sokaklarımızda yeri yoktur" dedi. Eylemcileri "kanunsuzluktan başka bir şey yapmayan yağmacı çeteler" olarak nitelendiren Starmer, bölge halkı ve oteldekilerin büyük korku yaşadığını söyledi. Kendini hedef alınmış hissedenlere seslenen Starmer, "Bunun ne kadar korkutucu olduğunu biliyorum" dedi. Şiddet yanlısı kalabalığın İngiltere’yi temsil etmediğini söyleyen Starmer, "İnsanları ten rengi veya inançları nedeniyle hedef alırsanız, bu aşırı sağdır. Polisimiz, her türlü şiddet içeren olaylarla mücadele ederken desteğimizi hak ediyor. Görünürdeki sebep veya amaç ne olursa olsun biz hiçbir ayrım yapmıyoruz, suç suçtur ve bu hükümet bununla mücadele edecektir" ifadelerini kullandı. İçişleri Bakanı'ndan Açıklama İçişleri Bakanı Yvette Cooper da sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, "Rotherham'da sığınmacıların kaldığı bir otele yapılan suç niteliğindeki vahşi saldırı son derece dehşet vericidir. İçerisinde insanların olduğu bilinen bir binayı kasten ateşe vermek. Güney Yorkshire Polisi, sorumlulara karşı en güçlü eylemi gerçekleştirmek için hükümetin tam desteğine sahiptir" ifadelerini kullandı. Belediye Başkanı Coppard'dan Tepki Güney Yorkshire Belediye Başkanı Oliver Coppard ise Rotherham'da yaşanan şiddetten dolayı dehşete düştüğünü ifade etti. Coppard, "Gördüğümüz şey protesto değil, toplumumuzdaki en savunmasız insanlara yönelik vahşi bir kabadayılıktır. Bu saldırıları gerçekleştiren kişiler, benim tanıdığım güzel, muhteşem yeri ve insanları temsil etmiyor. Bu şiddeti gerçekleştirenlerin peşine kanunun tüm gücüyle düşeceğiz" dedi. Ne Olmuştu? Southport'ta 3 çocuğun öldürüldüğü saldırının ardından bazı sosyal medya hesapları ve haber siteleri, saldırganın Müslüman bir sığınmacı olduğu iddiasını yaymıştı. Polisin, saldırganın Galler'in başkenti Cardiff doğumlu 17 yaşında bir erkek olduğunu açıklamasına rağmen aşırı sağcılar, Müslümanlara ve göçmenlere karşı eylemler gerçekleştirmişti. Eylemler İngiltere'nin birçok kentine yayılmıştı.

Fransa’da polis şiddeti ve ırkçılık protesto edildi Haber

Fransa’da polis şiddeti ve ırkçılık protesto edildi

İbrahim Baysal (İLKHABER)- Fransa'da son yıllarda polis şiddeti olayları ve ırkçılıkla mücadeledeki eksiklikler, binlerce insanın başkent Paris'in sokaklarına dökülmesine neden oldu.  Fransa’da polis şiddeti ve ırkçılığın protesto edildiği gösterilerde kaos çıktı. Paris’teki Gare du Nord Tren Garı’nda sakin başlayan protesto gösterisinde, siyah kapüşonlu ve yüzleri örtülü onlarca gösterici, polisin almış olduğu bütün tedbirlere rağmen banka şubelerinin camlarını ve bankamatikleri kırdı. Göstericilere engel olmak isteyen bir polis arabası, grup tarafından taşlandı. Boulevard de Clichy Caddesi’nde gösteriler sırasında trafikte sıkışan bir araca demir çubuklarla saldıran gruba, polis müdahale etti. İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, polis ve ırkçılık karşıtı düzenlenen gösterilerle ilgili olarak yaptığı açıklamada, “Paris gösterisinde polise karşı kabul edilemez bir şiddet yaşandı. Polis karşıtı nefretin nereye vardığını görüyoruz” dedi. Polis şiddeti ve ırkçılığı kınayan “Şiddete ve ırkçılığa karşı bir arada durun”, “Ne unutun, ne de affedin” sloganları atan göstericiler, “Polis şiddetine karşı ulusal koordinasyon” pankartı arkasında yürüdü. Gösterilerde ayrıca, “Polis her yerde, adalet hiçbir yerde”, “Adalet yoksa barış da yok” ve “Nahel için adalet istiyoruz” sloganları atılırken, polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybedenlerin isim ve resimleri kalabalık tarafından taşındı. Nahel M., Fransa’nın Nanterre kentinde 27 Haziran’da polisin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetmiş, 17 yaşındaki gencin ölümünün ardından Fransa sokakları şiddet olaylarına sahne olmuştu.

Alman sanatçı'' 20 yıldır yaşadığım Türkiye'de hiç nefret söylemiyle karşılaşmadım'' Haber

Alman sanatçı'' 20 yıldır yaşadığım Türkiye'de hiç nefret söylemiyle karşılaşmadım''

Alman güncel sanatçı Silvia Bener, 2003'ten bu yana Türkiye'de yaşadığını ve hiç nefret söylemiyle karşılaşmadığını söyledi. Bener, Almanya'da sanatçı bir ailede dünyaya geldiğini belirterek, erken yaşlardan itibaren doğayı gözlemleyip ağaçları, dalları, bitkileri anlamaya ve ifade etmeye çalıştığını kaydetti. Çocukluğunda yaptığı orman gezilerinde ağaçların resimlerini çizmeye çalıştığını ve bundan büyük keyif aldığını ifade eden Bener, sanata olan ilgisini profesyonel şekilde sürdürmek için Berlin Sanat Akademisinin Güzel Sanatlar Bölümünde eğitim aldığını dile getirdi. Bener, sanatına ilham almak için bir süre ABD'de yaşadıktan sonra Türkiye'ye yerleştiğini anlatarak, şöyle devam etti: "New York'tan dönünce kararımı verdim. Dünyanın (Batı) o tarafına değil de Doğu'ya gitmek istedim. Burası beni çekti. 20 senedir Türkiye'deyim. Buraya ilk geldiğimde hem ülkeye hem kültürüne hem de eşime aşık oldum. Türkiye'de bana ilham olacak birçok yer var. Çalışmak ve yaşamak için en güzel yer Türkiye diye düşünüyorum." "Türkiye'de ayrımcılık yaşamadım" Türkiye ile Almanya'nın pek çok açıdan farklı olduğunu görünce şaşırdığından bahseden Bener, insanlarla tanışmak ve kültürü daha yakından tanımak için ilk iş olarak Türkçe öğrendiğini söyledi. Bener, Türk misafirperverliğinin ülkeye bağlanmasında etkili olduğuna dikkati çekerek, "Türkiye'nin ilk başta beni neden bu kadar çektiğini anlamamıştım daha sonra insanların bana karşı davranış ve konuşmalarını görünce sebebini anladım. Herkes bana çok tatlı ve olumlu davranıyordu." dedi. Türkiye'de herhangi bir ayrımcılık ya da nefret söylemiyle karşılaşmadığı gibi "pozitif ayrımcılık" gördüğünü vurgulayan Bener, yabancı olduğu anlaşıldığında insanların kendisine daha anlayışlı ve yardımsever davrandığını kaydetti. Bener, İstanbul'daki su sistemiyle ilgili araştırmaları için gittiği bazı kurumlarda çok kucaklayıcı ve sıcak karşılandığını anlatarak, şu ifadeleri kullandı: "Mimar Sinan'ın yaptığı su kemerlerini incelemek için İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi'ne gittiğimde çok yardım ettiler. Bazı Türk arkadaşlarım kendileri gitse o şekilde yardım alamayacaklarını söyledi. Özellikle su araştırmaları yaparken sarnıçları, kemerleri incelemek için gittiğimde birkaç kişiyle özel yerlere girmemi sağladılar ve araştırmam için bütün imkanlar sundular."  "Yurt dışında ebru sanatını gören şaşırıyor" Resim yapmaya strüktürleri (nesnelerin iç yapısal dokusu) çizerek başladığını belirten Bener, "İlk başta doğayı anlamak için ağaç gövdeleri ve yapraklarını inceledim ve çizimlerini yaptım. Türkiye'ye geldiğimde bu strüktürlerin suyun yüzeyinde de olduğunu gördüm ve suyla ilgilenmeye başladım." diye konuştu. Bener, bir kitapta gördüğü ebru sanatının kendi çizimleriyle benzerliğini fark edince çok şaşırdığına işaret ederek, "Ebru sanatını öğrenmek için senelerce ders aldım ve 'Aqua materia art' olarak adlandırdığım işlerimde ebru tekniklerini ifade aracı olarak kullandım." şeklinde konuştu. Bener, çalışmalarını su üzerine yoğunlaştırdığını ve ebru sanatının tekniklerini ileriye taşıdığını ifade ederek, "Geleneksel sanatlarla çağdaş sanatlar birbirlerini kabul etmiyor bu çok üzücü. Ben ikisini de kullanıyorum. Birbirimizden çok şey öğrenebiliriz diye düşünüyorum." görüşünü paylaştı. Yurt dışında açtığı sergilerde ziyaretçilerin ebru sanatına olan hayranlığını gizleyemediğine değinen Bener, sözlerini şöyle tamamladı: "Hong Kong'da, İzlanda'da, Almanya'da ve Türkiye'de sergiler açtım. Yurt dışında sergi açmak çok güzel bir duygu çünkü sanatınızla başka kültürlerden insanlara ulaşabiliyorsunuz. Çoğu insan ebru sanatını hiç bilmiyor, tabii ben de klasik ebru çalışmıyorum, onu söylemem gerekiyor. İnsanlar su yüzeyinde oluşan minicik, küçük yapılar, strüktür ya da çatlamaları görünce çok şaşırıyor. Kimse anlamıyor, suya bu maddeleri koyunca bu şekiller nasıl çıkıyor. Mucize gibi bir şey. Çünkü elle bunu yapmak mümkün değil. Bu sanatı bu yöntemi tanımadığı için anlayamıyorlar. Ben yabancılara ebru sanatı dersi de veriyorum."

Almanya'da siyahilere yönelik ırkçılık kurumsal düzeyde devam ediyor Haber

Almanya'da siyahilere yönelik ırkçılık kurumsal düzeyde devam ediyor

Akademisyen, yazar, küratör ve film yapımcısı Doktor Natasha A. Kelly, Almanya'da siyahilere yönelik ırkçılığın kurumsal düzeyde devam ettiğini ve özellikle siyahi kadınlar söz konusu olduğunda feminizm hareketinin, bu kadınların sorunlarını görmezden geldiğini söyledi. Tübingen Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi Medya Çalışmaları Enstitüsünden misafir Doktor Öğretim Üyesi Natasha A. Kelly, Almanya'da siyahilere yönelik ırkçılığın kökenini ve siyahi feminizmi anlattı. Kelly, çocukken taşındığı Almanya'da hiçbir zaman temsil ediliyor hissetmediğini belirterek, "Almanya'nın kuzeyinde küçük bir köyde büyüdüm. O zamanlar hep tek olduğumu düşünürdüm sanki oradaki tek siyahi kız bendim. Ancak daha büyük şehirlere taşındığımda tek olmadığımı, ülkedeki siyahilerin uzun geçmişi olduğunu fark ettim." dedi. Ülkedeki siyahi varlığı yaklaşık 600 yıl öncesine dayanmasına karşın, müfredatta siyahi tarihine yer verilmediğini aktaran Kelly, bunun akademik kariyerinde ırk, cinsiyet ve kimlik konularına odaklanmasına neden olduğunu kaydetti. Kelly, akademisyen olma yolunda çeşitli zorluklarla karşılaştığına dikkati çekerek, şöyle devam etti: "Kendimi hem siyahi hem de Alman olarak tanımlama mücadelesi verdim. Bunlar iki ayrı şey değil bütünsel bir kimliğin parçaları. Daha sonra medyada, siyasette, toplumda, okulda, kitaplarda hatta üniversitede temsil edildiğimi hissedeceğim siyahi yazarların metinlerine ulaşmak için derinlere inmek zorunda kaldım. Bu süreçte bana yardımcı olan şey, bu sorunların Natasha Kelly'nin kişisel sorunları olmadığını anlamam oldu. Bunlar çoğumuzun toplum içinde yaşadığı sorunlardı ve aslında bu sorunlar kolektif bir kimliğe sahip olduğumuz ve Almanya'daki siyahilerin varlığının yaklaşık 600 yıl öncesine dayandığı gerçeğiyle ilgiliydi." - "Almanya'da siyahilere yönelik ırkçılık kurumsal düzeyde" Almanya'da siyahilere yönelik ırkçılıkla ilgili kurumsal düzeyde sorunlar olduğuna işaret eden Kelly, şu ifadeleri kullandı: "Almanya'da siyahilerin karşılaştığı en büyük sorunlardan biri polisin ırksal profilleme yapması. Ayrıca göç ve mülteci politikaları bağlamında vatandaşlık hakları sorunları var. Bunun en yakın örneğini Rusya-Ukrayna Savaşı'nda gördük. Afrikalı öğrencilerin, siyahi oldukları için savaş bölgesinden çıkmasına izin verilmedi. Bu da siyahi nüfus söz konusu olduğunda kurumsal ırkçılığın ne kadar spesifik şekilde devam ettiğini gösteriyor." Kelly, otoritelerin siyahileri kriminalize ettiğini dile getirerek, "Bizi yasa dışı, aşağı ve tehlikeli olarak görüyorlar. Bu da polis şiddetine yol açıyor. Almanya'da kısa süre önce 16 yaşındaki siyahi bir çocuk 30'dan fazla kurşunla vuruldu. Sayıdan emin değilim ama polisin silahından çıkan kurşun sayısı çok fazlaydı ve bu çocuğun akli dengesi yerinde değildi. Ancak o çocuk beyaz olsaydı tıbbi yardım alır, ona destek verilirdi ama siyahi olduğu için bu gerçekleşmedi." görüşünü paylaştı. ABD'nin Minneapolis kentinde, 25 Mayıs 2020'de, siyahi George Floyd'un polis şiddetiyle öldürülmesinin, dünya genelinde büyük yankı uyandırdığını anımsatan Kelly, şu değerlendirmede bulundu: "Bunu söylediğim için üzgünüm; medya ve siyasetin siyahi toplumun yüzyıllardır söylediklerine kulak vermesi için okyanusun öteki tarafında bir adamın ölmesi gerekti. George Floyd'un öldürülmesi ya da suikasta uğramasıyla ırkçılık konusu gündem oldu ve yıllar süren aktivizm hayatımda bu konuya hiç bu kadar ilgi gösterildiğini görmemiştim. Bu ilginin siyahilerden ve siyahilerin hayatlarından, beyazlara ve beyazların nasıl düşündüğüne, hissettiğine kayması uzun sürmedi. Irkçılık konusu tam anlamıyla siyahilerden gasbedildi." - "Almanya'da feminist hareket sadece beyaz kadınların sorunlarına odaklanıyor" Kelly, Almanya'daki feminist harekete de değinerek, "Almanya'da feminizm beyazdır. Bu da feminist politikanın veya feminizmin beyaz kadınların sorunlarına ve taleplerine odaklandığı anlamına gelir. Siyahi feminizm, her ne kadar yüzyıllar boyunca varlığını sürdürmüş olsa da her zaman Alman bağlamında konumlandırılarak ifade edilmiş, hiçbir zaman ana akıma ulaşamamıştır." diye konuştu. Siyahi feminizmin, yazar Audrey Lord'un Almanya'yı ziyaretiyle 1980'lerden itibaren kadın hareketlerinde tartışılmaya başlandığı kaydeden Kelly, şunları aktardı: "Audrey Lord, Berlin Özgür Üniversitesinde misafir profesör oldu ve kelimenin tam anlamıyla ırkçılık konusunu kadın hareketine taşıdı. İlk değildi ama bence konunun kadın hareketine taşınması açısından önemliydi. Bu sayede kadın kategorisinin kendi içinde homojen bir kategori olmadığı, kadınların çeşitlilik gösterdiği anlaşıldı. Eğer sadece bir grup kadına bakmayıp, tüm topluma bakarsanız, Almanya'da beyaz feminizm ile siyahi feminizm arasında fark olduğu, siyahi feministlerin her zaman ırk, sınıf ve cinsiyetin kesişme noktasında yer aldığını görürsünüz." Kelly, beyaz feminizmin siyahilerin sorunlarını dışarda bırakmasını, beyaz feministlerin kadın erkek arasında "ücret eşitliği" talebiyle örneklendirerek, şunları dile getirdi: "Sürekli kadınların erkeklerle eşit ücret alması talep ediliyor. Ancak siyahi kadınların veya beyaz olmayan kadınların genellikle iş piyasasına erişimi bile yok. Bu durumda öncelikli talebimiz erkeklerle eşit maaş almak değil, iş piyasasına girebilmek oluyor. Ülkedeki siyahi ve beyaz olmayan kadınların sayısı göz ardı edilemeyecek kadar çok fakat feminist politikalar bağlamında bu kadınlar dikkate bile alınmıyor." Cinsiyet, sınıf, ırk, engellilik ve yaş gibi kategorilerin birbirinden bağımsız ele alınamayacağının altını çizen Kelly, sözlerini şöyle tamamladı: "Siyahi feminizm, kadına yaklaşımında Müslüman, Hristiyan veya engelli gibi çeşitli alt kategorilere bakmadan sadece kadın haklarına odaklanıyor. Çünkü bu farklılıkları hepimiz içimizde bulunduruyoruz. Bence bu, siyahi feministlerle beyaz feministler arasındaki en büyük fark. Beyaz feministler, tüm kadınlar için değil kendileri için mücadele ediyor, siyahi feministler ise sadece tüm kadınları savunmakla kalmıyor herkes için savaşıyor."

Fransa'da kurumsallaşan Müslüman karşıtlığı endişe veriyor Haber

Fransa'da kurumsallaşan Müslüman karşıtlığı endişe veriyor

İSTANBUL (AA) - GÜLÇİN KAZAN DÖGER - Avrupa'nın en fazla Müslüman nüfusa sahip ülkesi Fransa'da Müslüman karşıtlığı endişe verici boyuta ulaştı. Özellikle medyada Müslümanlara yönelik oluşturulan "suçlu ve mağdur" algısı ülkedeki 6 milyondan fazla Müslümanı olumsuz etkiliyor.İnsan hakları ve kamusal özgürlüklerin korunması için çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşu Fransa Adalet ve Hürriyet Komitesi (CJL) Başkanı Yasser Louati, AA muhabirine, ülkedeki aşırı sağın yükselişi, artan Müslüman karşıtlığı ve Müslüman karşıtlığının üretilmesinde medyanın rolüne ilişkin değerlendirmelerde bulundu.Müslüman karşıtlığı kavramının ilk olarak 20'nci yüzyılın başlarında, Fransız sömürge yönetiminin yerli nüfusa yönelik tutumunun kınandığı belgelerde görüldüğünü belirten Louati, 11 Eylül saldırılarından sonra kavramın daha sık kullanıldığına dikkati çekti.Louati, Avrupa'da Müslüman karşıtlığının artışına ilişkin "Batı'nın Müslüman dünyasıyla etkileşimi, karşılıklı saygı, işbirliği ve kabule dayanmadığı için İslamofobi terimi giderek daha yaygın hale geldi. Bosna savaşı bize Avrupa'nın, Avrupa'da yerli Müslümanlar olabileceği fikrini ne kadar reddettiğini gösterdi ve bu nedenlerle katliama göz yumuldu." ifadesini kullandı.- "Fransa son 40 yıldır İslamfobinin laboratuvarı oldu"Louati, Müslüman karşıtlığının artık ırkçılıkla iç içe geçtiğini aktararak, "Müslümanlık ırk olarak algılanıyor. Batılı biri İslam'a geçer ve bunu kimseye söylemezse onun ayrımcılıkla karşılaşması pek olası değil ama bir kişi Müslüman isme veya Arap görünümüne sahipse kendini Müslüman olarak tanımlamasa bile Müslüman olduğu varsayılabilir. Bu durumda o kişi saldırıya, ayrımcılığa uğrayabilir veya suçlu muamelesi görebilir." dedi.Ülkede son yıllarda doğrudan Müslümanları hedef alan politikalar üretildiğine işaret eden Louati, "Fransa son 40 yıldır İslamfobinin laboratuvarı oldu. Çünkü Fransa, Müslümanların görünürlüğüne karşı muhalefeti belirginleştiren ve ardından bir dizi yasaya daha yol açan başörtüsüyle başlayarak tüm Müslüman camiasına suçlu muamelesi yapan ilk Batı ülkesi." diye konuştu.Louati, Fransa'da Müslümanların kamusal alanda daha görünür olmaya başlamasıyla Müslüman karşıtı yasaların hız kazandığını aktararak, bunun Müslümanları kamusal alanda görünmez kılma çabası taşıdığını ifade etti.İlk ve orta dereceli okullarda başörtüsü ve dini sembollerin ilk kez 2004'te yasaklandığını hatırlatan Louati, "Fransız hükümeti 2004'te devlet okullarında başörtüsünü yasakladığında Danıştay'ın 1989 tarihli kararına da karşı çıkmış oldu. Bu da demek oluyor ki kurumlar başörtüsü taktıkları için öğrencilere ayrımcılık yapılamayacağını söylese bile hükümet 15 yıl sonra bir yasa çıkararak aksini uygulayabiliyor. Bu yüzden kurumlar bile hükümet tarafından baypas ediliyor." şeklinde konuştu.- "Kurumsallaşan İslamofobi Fransa'nın DNA'sının parçası"Fransa'da 2010'da peçenin yasaklandığını, 2019'da ise başörtülü Müslüman annelerin okul gezilerine katılmasını yasaklayan tasarının kabul edildiğini aktaran Louati, ülkede Müslüman karşıtlığının giderek kurumsal kimliğe büründüğüne dikkati çekti.Louati, "Fransız devleti tarafından Müslümanlara karşı kaç yasa çıkarıldı? Birçok. Hükümet tarafından kaç tartışma başlatıldı? Sayısız. Başörtüsünden peçeye, helal yiyeceğe, helal süpermarketlere, uzun eteklere, uzun elbiselere, sakallara ve sokaklarda dua etmeye kadar birçok tartışma çıktı ve bu tartışmalar sıradan insanlar tarafından değil, siyasi kurumlar ve medya kuruluşları tarafından başlatıldı." dedi.Medya, siyaset ve günlük yaşamda "İslam korkusunun" sürekli taze tutulduğunu vurgulayan Louati, "Bugün ülkede İslamofobi kurumsal bir sorundur ve Fransız Cumhuriyeti'nin DNA'sının parçasıdır." değerlendirmesinde bulundu.Louati, ülkede doğmuş olsalar bile Müslümanların her zaman "öteki" olarak görüldüğünü belirterek, "Bu insanların DNA'sının derinliklerinde Müslümanlar tablonun parçası değil, ülkenin parçası değil, bu yüzden görünmez kalmalılar düşüncesi var. Bir kısmı 'Burada çok fazla yer kaplıyorlar. Onları giyinme biçimleri, konuşma biçimleri, kamuoyu tartışmalarına katılma biçimleri, dükkanları aracılığıyla görmemiz bizi güvensiz hissettiriyor.' diyor." ifadesini kullandı.- "Müslümanlar sanat, spor, ekonomi gibi konularda haber olamıyor"Müslümanlara yönelik algının oluşturulmasında politikacıların medya ile hareket ettiğini kaydeden Louati, 2022 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçiminde aşırı sağın adaylarından Eric Zemmour'un CNews'de hazırladığı ve Müslüman karşıtı söylemlerin öne çıktığı programa dikkati çekti.Louati, "Şu anda Eric Zemmour'dan şiddetli bir ırkçı ve Müslüman karşıtı olduğu için şikayet ediyoruz ancak Zemmour, 5 yıl kadar kamu hizmetinde öne çıkan bir isimdi. Programı her cumartesi akşamı Fransa televizyonunda en çok izlenenler arasında yer alırdı. Zemmour Müslümanların Fransa'yı ele geçirmesiyle ilgili tüm ideolojisini ve komplo teorilerini burada kustu." şeklinde konuştu.Hem devlet hem de özel medya kuruluşlarında Müslümanları suçlu gösteren haberlerin öne çıkarıldığını aktaran Louati, Müslümanların sanat, spor, ekonomi gibi haberlerin konusu olarak ele alınmadığını söyledi.Louati, "Biz Müslümanlardan sadece benim İslamofobi üçlüsü diye adlandırdığım şekilde bahsediyoruz. Öncelikle ulusal kimliğe yönelik tehdit; 'Kimliğimizi ele geçiriyorlar. Entegre olmak istemiyorlar.' algısı var. Ulusal güvenliğe yönelik tehdit; 'Teröristler ve peşimizdeler çünkü biz üstün ırk ve medeniyetiz.' gibi bir düşünce var ve son olarak ulusal ekonomimize yönelik tehdit; 'İşimizi alıyorlar ve refah devletini kötüye kullanıyorlar.' algısı oluşturuluyor." dedi.Müslümanlarla ilgili haberlerin içeriklerindeki anahtar kelimelere de değinen Louati, "Müslümanlardan bahsettiğimizde anahtar kelimeler genellikle aşırılıkçılık, köktencilik, radikalleşme, komüniterizmdir." şeklinde konuştu.Louati, haberlerde kullanılan anahtar kelimelerin her dönem değiştiğine işaret ederek, 90'lı yıllarda İslami köktenciliğin kullanıldığını sonra bunun İslami terörizme dönüştüğünü, mevcut hükümetin ise "İslamcı ayrılıkçılık" kelimesini kullandığını ifade etti.- "Fransa'da Müslümanlar hem suçlu hem de mağdur"Louati, Fransa'da sol medyanın sağın aksine Müslümanları mağdur gösterme eğiliminde olduğunu ifade ederek, "Müslümanlar, bir yanda suçlu diğer yanda mağdur olmaya mahkum kişiler olarak sıkışıp kalmış durumda." görüşünü paylaştı.Özellikle başörtülü kadınların aile içinde baskı gördüğü ve özgürleştirilmesi gereken kişiler oldukları şeklindeki ön kabulün tüm kadınları genellemesi açısından ayrımcılık içerdiğini kaydeden Louati, şunları kaydetti:"Başörtülü Müslüman kadınların karşılaştığı ebedi ikilem budur. Öncelikle anlatılarda mağdurlar. Birkaç yıl önce Saraybosna'da Avrupa İslamfobi Zirvesi'nde eski Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner'e Müslüman karşıtı yasalar sorulduğunda, 'Bu kızları babalarından, kardeşlerinden veya zorla yapılmış evliliklerinden özgürleştirmemiz gerekiyordu.' ifadesini kullandı. Ben de 'Bunu nereden çıkardınız? Onlarla hiç konuştunuz mu? Onlar adına konuşup mağdur olduklarını söylüyorsunuz ancak yine de bu kadınları daha görünmez hale getiren yasalar çıkarıyorsunuz.' dedim. Müslüman kadınlar 'Kimse beni başörtüsü takmaya zorlamadı, evet farkındayım bu babamın isteği veya kendi isteğimle taktım, kendimi bu şekilde kadın hissediyorum, fiziksel özelliklerimi halka göstermek istemiyorum, bu özel bir şey' demeye cesaret ettiğinde ise mağdurdan suçluya dönüyorlar."

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.