Özdemir: Acil önlem alınmalı
Bayram BULUT
ADANA (İLKHABER)-Adana Ekoloji Platformu adına konuşan Hazım Özdemir, Adana’nın iki ilçesinin atık suyunun arıtılmadan Göksu Irmağı’na aktığını, oradan da Çatalan Barajına döküldüğünü belirterek, Adana’nın içme suyunun temizliğinin gelecek kuşaklar için de garantiye alınması için söz konusu ilçelerde atık su arıtma tesislerinin bir an önce yapılmasının aciliyet ve öncelik taşıdığını kaydetti.
Adana Ekoloji Platformu üyeleri 5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle basın açıklaması yaptı. Abidin Dino Parkı içerisinde bir araya gelen platform üyelerinden Yaşar Gökoğlu, çevre ve ekoloji üzerine görüşlerini dile getirdi. Ardından Adana Ekoloji Platformu adına söz alan Hazım Özdemir, içinde yaşanılan çevrenin yok edildiğini söyledi. 5 Haziran tarihinin gidişata dur demek için verilen mücadelenin sembolik günü olduğuna dikkat çeken Özdemir, “Bugün, 5 Haziran’ın Dünya Çevre Günü olarak ilan edilmesine sebep olan 1972 Stockholm İnsan ve Çevre Konferansı’nın, yani dünyanın ilk Birleşmiş Milletler çevre zirvesinin 51. yılı. Bundan tam 51 yıl önce, bilim insanları mevcut ekonomik büyüme modelinin hem kaynakların tükenmesine yol açacağını, hem de atıklarıyla doğayı tahrip ederek yeryüzünü yaşanmaz bir gezegen haline getireceğini söylemişlerdi. Ekonominin, bir başka deyişle kapitalizmin değil, yaşamın, doğanın ve insan uygarlığının sürdürülebilir olmasını sağlamak için hedefler belirlemişlerdi” dedi.
Bilim insanlarının dünya hakkındaki görüşlerini paylaşan Özdemir, “Bugün de dünyanın en önemli bilim insanları, ekonomik büyüme, kalkınma, siyasi ve askeri egemenlik kurma adına aynı şekilde devam edilirse küresel ısınma, kuraklık, iklim felaketleri, ormansızlaşma, canlı türlerinin ve biyo çeşitliliğin ortadan kalkması ve ekolojik krizin geri dönülmez noktaya gelmesi nedeniyle, önümüzdeki yıllarda üzerinde yaşayabileceğimiz özelliklere sahip bir dünyanın kalmayacağını net bir şekilde belirtiyorlar. Eskiden bunun için vadeyi yüzyılın sonu olarak veren bilim insanları, artık bu kadar iyimser değiller. Bu yok edicilik hızıyla gidilirse, bir 51 yıl daha “çevre”den söz etmenin mümkün olup olmayacağı bilinemiyor” diye konuştu.
İklim değişikliği nedeniyle dünyanın 2050 yılına kadar ortalama 2-3 derece daha ısınacağına dikkat çeken Özdemir, “Ortalığı sel alacak, tarımsal üretim düşecek, denizlerde balık kalmayacak, iklim değişikliğinin gıda krizi, açlık ve iklim göçleri gibi sosyo-ekonomik sonuçları dünyamızı bugünkünden çok daha ağır ve yaşamsal krizlere sürükleyecek. Kısacası, insanlığın kendi geleceğini tüm canlılarla birlikte yok etme kararlılığı, kapitalistlerin doymak bilmez para kazanma iştahı nedeniyle sürüyor, inatla sürdürülüyor. İnsanı doğadan koparan, iklimi değiştiren ve ekolojik krizi derinleştiren şey, büyüme saplantısıyla gözü dönmüş, kârdan başka bir hedef gözetmeyen ve her alanda eşitsizliği, adaletsizliği körükleyen endüstriyalist sistemdir” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin yıllık karbon salımların da dünyada 15. sırada, Avrupa ülkeleri arasında ise Almanya’dan sonra ikinci sırada bulunduğunu belirten Özdemir, “İklim değişikliğine neden olan sera gazlarının atmosfere salımını son yıllarda dünya rekoru kıracak kadar artıran hükümet, iklime, çevreye ve sağlığa en fazla zarar veren kömürlü termik santrallar kurmaktan vazgeçmiyor. Oysa Türkiye yıllık karbon salımların da dünyada 15. sırada, Avrupa ülkeleri arasında ise Almanya’dan sonra ikinci sırada bulunuyor. Bölgemizde de bu öldürücü politikanın örneklerini yaşıyoruz. 23 yıldır çevreyi zehirleyen İSKEN kömür santrali yetmezmiş gibi, şimdi de yine Sugözü Köyü’nde ve İSKEN’in 7 km. yakınında Çinli firmaların sahibi olduğu EMBA kömür santraline izin verildi ve bu santral de zehir saçmaya başladı” dedi.
1 saatte 10 bin ton kömür yakıldığını vurgulayan Özdemir, “Bu iki kömür santrali yurt dışından getirdikleri kömürü kullanıyor ve bir saatte toplam bin ton kömür yakıyor, milyonlarca ton deniz suyunu soğutma amacıyla kullanıp, ısınmış ve ölü bir su olarak tekrar denize boşaltıyor. Kömür yakıldığında oluşan ve küresel ısınmanın ana nedeni olan milyonlarca ton karbondioksit gazını da atmosfere boca ediyor. Nükleer santral kurma inadından vazgeçilmelidir, hayatla inatlaşılmaz” diye konuştu.
Nükleer santrallerin olumsuzluklarını anlatan Özdemir sözlerini şöyle sürdürdü;
“Türkiye, Rusya ile 2010’da yaptığı milletlerarası anlaşma ile Mersin-Akkuyu bölgesini nükleer santral yapımı için 100 yıllığına ve tam kontrolü vererek Rusya’ya tahsis etmiştir. Akkuyu’ya nükleer santral yaptırma inadı enerji ihtiyacı ile açıklanamaz. Maliyeti en yüksek, Çernobil ve Fukuşima nükleer felaketlerinde de gördüğümüz gibi en tehlikeli, kuşaklar boyu radyoaktif atık kirliliğine neden olan en kirletici enerji üretim biçimi olan nükleer santraller hiçbir gerekçeyle savunulamaz. Ancak nükleer güç olma hayali, nükleer santrali olan ülkelerin büyük ve prestijli olduğu yanılgısı ve enerji politikalarına dair yanlış değerlendirmeler, iktidar yetkililerini halkın karşı olduğu Akkuyu projesini gerçekleştirmeye sürüklemiştir.
Akkuyu nükleer santrali ülke için, bölge için, dünya için büyük bir risktir. Üstelik, Rusya’ya bağımlılığı da arttırmaktadır. Bütün bu nedenlerle Türkiye Hükümeti, savaş durumunun yarattığı ekstra güvenlik risklerini de değerlendirerek Rusya’nın yapımını sürdürdüğü Akkuyu nükleer santral inşaatını durdurmalı ve projeyi iptal etmelidir. Nükleersiz bir Akkuyu, nükleersiz bir Türkiye ve nükleersiz bir Akdeniz hem ülkemiz, hem de bütün dünya için daha güvenli, daha barışçı, daha temiz bir gelecek anlamına gelecektir.
Yanlış enerji politikaları bununla da bitmiyor. 2023’e kadar Türkiye’nin hidroelektrik potansiyelinin tamamını kullanmak gibi akıl dışı bir strateji belirleyen hükümet, akan tek bir dere bırakmayacak şekilde 4 bin hidroelektrik santralin yapımını zorluyor. Bütün derelerin kurutulması, bütün vadilerin yok edilmesi, insanların ve tüm canlıların bağımlı olduğu su kaynaklarının şirketlere satılması dur durak bilmiyor”.
Ekoloji mücadelesinin demokrasi mücadelesi olduğunu söyleyen Özdemir, “Bugün ekoloji mücadelesi, aslında demokrasi mücadelesidir. Doğanın ve gelecek kuşakların hakları için verilen mücadele, barış ve demokrasi mücadelesinden ayrılamaz. Şehrimiz Adana, son yıllarda Avrupa’dan getirilen plastik çöplerin ortalığa saçılması, yakılması, tarım alanlarına gelişigüzel gömülmesi ve su kanallarına dökülmesi ile oluşan kirlilik ile gündemden düşmedi. Uluslararası basın ve daha sonra ulusal ve yerel basın konuyu gündeme taşıdılar. Bu yanlış politikasını protesto ediyor ve çöp ithalatının derhal durdurulmasını talep ediyoruz” şeklinde konuştu.
Adana’nın iki ilçesinin atık suyunun arıtılmadan Göksu Irmağı’na aktığını, oradan da Çatalan Barajına döküldüğünü belirten Özdemir, Adana’nın içme suyunun temizliğinin gelecek kuşaklar için de garantiye alınması için söz konusu ilçelerde atık su arıtma tesislerinin bir an önce yapılmasının aciliyet ve öncelik taşıdığını kaydetti. Özdemir, Adana Büyükşehir Belediyesi’nden kent için taleplerini olduğunu vurgulayarak, “Adana Büyükşehir Belediyesi’nden de bir talebimiz var. Bilindiği gibi, Tufanbeyli, Saimbeyli ve Feke İlçelerinden geçen Göksu Irmağı Çatalan Barajına dökülmektedir. ASKİ yetkililerinden öğrendiğimiz kadarıyla, bu üç ilçeden sadece Saimbeyli’de atık su arıtma tesisi geçen sene yapılmış olup, diğer iki ilçede halen atık su arıtma tesisi bulunmamakta ve atık sular arıtılmadan Göksu Irmağına, sonra da Çatalan Barajına dökülmektedir. Adana’nın içme suyunun temizliğinin gelecek kuşaklar için de garantiye alınması için söz konusu ilçelerde atık su arıtma tesislerinin bir an önce yapılması aciliyet ve öncelik taşımaktadır. Büyükşehir belediyesi bir an önce yasaların kendisine yüklediği görevini yerine getirmelidir” diye konuştu.
Doğayı insanın mülkü olarak gören, doğal varlıkları sınırsızca ve sorumsuzca tüketen politikaları ret ettiklerini vurgulayan Özdemir, “Bizler, doğanın sahibi değil, parçası olduğumuzu, tüm bu sorumsuz politikaların gezegenimizi geri dönüşü olmayan bir yok oluşa sürüklediğini görüyoruz. Tüm canlıların yaşam kaynağı olan doğanın para kazanma aracı olarak görülmesini ve ticarileştirilmesini reddediyoruz. Doğa, ticari bir mal değildir ve ranta kurban edilmemelidir. Doğal varlıklarımıza yapılan vahşi saldırılara karşı, seslerimizi, ellerimizi, yüreklerimizi ve mücadelemizi birleştirme zamanıdır” ifadelerini kullandı.
Artık kaybedecek zamanın kalmadığını işaret eden Özdemir sözlerini şöyle tamamladı; “Kaybedecek zamanımız yok. Yok oluş ve ölüm karşısında hayat kazanmalı. Onlar kapitalistlerdir ve ölüm tüccarlarıdırlar ve sadece yüzde bir kadardırlar. Bizler tüm insanlığı, tüm canlıları ve top yekün hayati savunuyoruz. Sesimizi duyan her bireyi, her örgütü Dünya Çevre Günü’nde, tüm canlıları ve yaşam alanlarını korumaya ve bu uğurda verilen mücadelelere destek vermeye, Anayasanın dediği gibi, çevreyi koruma ödevini yerine getirmeye çağırıyoruz. Bir 51 yıl daha Dünya Çevre Günü vesilesiyle şikayetlerimizi tekrarlayacak vakit kalmadı.”