Adana-Mersin demiryolu hattından Gediz Deltası’na uzanan tehdit
Doğa Derneği'nden Koruma Programı Koordinatörü ve Yaban Hayatı Uzmanı Şafak Arslan, Biyoçeşitlilik Araştırma Sorumlusu Uzman Biyolog Özge Yaylalı, Sulak Alanlar Uzmanı Uzman Biyolog Burçin Yaraşlı ve Genel Koordinatör Şehir Plancısı Serdar Özuslu tarafından, okaliptus ağaçlarının biyoçeşitlilik üzerine etkisi konulu araştırma raporu hazırlandı. Rapor, Akdeniz Havzası’ndaki en önemli sulak alan sistemlerinden biri olan Gediz Deltası’ndaki okaliptus plantasyon sahasının etkileri ve geleceğiyle ilgili detaylar sundu.
Rapor, Avustralya orijinli bir bitki olan okaliptusların Türkiye’ye geliş serüvenini ve plantasyon amacını aktarırken, bilimsel kaynaklar aracılığıyla bu bitki türünün ekosistem üzerindeki olumsuz etkilerini ortaya koydu. Akdeniz Havzası’ndaki en önemli sulak alan sistemlerinden biri olan Gediz Deltası’ndaki okaliptus plantasyon sahasının etkilerine dikkat çekildi.
Doğa Derneği’nden Şafak Arslan, farklı sebeplerle doğal yaşam alanlarından uzak bölgelere taşınan okaliptusların uygun koşulları bulduklarında hızla yayılarak yerel bitkilerle rekabete girmekte ve ekosistem dengesini tehdit ettiğini söyledi.
Tarım arazilerinden sulak alanlara, ormanlardan meralara kadar uzanan bu tehdidin, doğal süreçlerin bozulmasına ve ekosistemlerin işlevselliğini yitirmesine neden olduğunu ifade eden Arslan, “Kökeni Avustralya olan okaliptus ağacının Türkiye topraklarına gelişi oldukça eskiye dayanıyor. 1885 yılında Adana-Mersin demiryolu hattının kenarında süs bitkisi olarak dikilmiş ve ilk denemeler gerçekleştirilmiş. Her koşulda yetişebilen okaliptuslar bu tarihten sonra Türkiye’deki farklı şehirlerde peyzaj bitkisi olarak kullanımı yaygınlaşmış. Bu yayılımın hızla artması ile birlikte 1967 yılında başarılı olarak kabul edilen plantasyon çalışmalarının daha detaylı incelenebilmesi için günümüzde adı Doğu Akdeniz Ormancılık Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü olacak olan Tarsus Okaliptus Araştırma İstasyonu kurulmuş. Bu müdürlük bünyesi altında çok sayıda testler ve analizler gerçekleştirilmiş ve iki türün mevcut ekolojik koşullara uyum sağlayacağı ve ekonomik olarak yetiştirilebileceğine karar verilmiş. Okaliptus bitkisi, ilk olarak demiryolu traversleri ve köprü yapımı için, daha sonra kâğıt sanayiinin ham maddesi olan selüloz üretimi başta olmak üzere çeşitli orman ürünlerinin elde edilmesinde kullanılmış. İlerleyen yıllarda teknelerde ve çeşitli yapı malzemelerinde de okaliptus akla gelen bitki türlerinden olmuş. Müdürlük tarafından sunulan kararlar sonucunda plantasyon çalışmaları hızlanmış ve Türkiye’nin kıyı bölgelerinde 20 bin hektardan fazla alana ulaşmış” dedi.
Okaliptus üretim ormanları dışında, kıyı sulak alanları gibi biyoçeşitlilik açısından yüksek öneme sahip alanlarda da okaliptus plantasyonları gerçekleştirildiğini ya da doğal yollarla okaliptus ağaçlarının bazı alanlara yayıldığına dikkati çeken Arslan, şunları söyledi:
“Uzun yıllardır Türkiye topraklarında yayılış göstermesi ve dolayısıyla insanların aşina olduğu bir bitki olması, okaliptuslarin kamuoyu tarafından da kabul görmesini sağlamış. Ancak, böylesine dirençli ve baskın yabancı türler bir ekosistem içerisinde yaşayan doğal türler üzerinde baskı oluşturmakta ve doğal döngünün aksamasına neden olmaktadır. Elbette görsel açıdan ve bir ağaç olması nedeniyle beğenilse de okaliptuslarin ekosistemler üzerinde olumsuz etkileri bulunmaktadır. Okaliptusler toprağın yapısını değiştirerek organik madde miktarını azaltırken, topraktaki nemlilik, pH ve mikroorganizmalar üzerinde de olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Kuş, memeli yaban hayvanı, yarasa ve böcek faunası üzerinde de derin etkiler bırakan okaliptuslar, doğal türler için uygun yaşama ve beslenme alanını kısıtlar ve yerel faunanın çeşitliliğini tehdit eder. Okaliptusler, aynı zamanda, sahip oldukları yüksek biyokütle, yanıcı yağlar içeren yapraklar, dallar, tohumlar ve gövdeleriyle yangın riskini artırarak bu alanların ekolojik dengesini daha da bozar.
Gelişmiş kök sistemleriyle su kaynaklarını hızla tüketerek bölgesel kuraklığı artıran bu ağaçlar, toprakta erozyona sebep olurken, salgıladıkları allelopatik bileşikler, gölgeleme, parazitler ve hastalıklar yoluyla zemin bitki örtüsünü baskılayarak biyoçeşitliliği önemli ölçüde azalttır. Farklı iklimlere uyum sağlama yeteneği sayesinde, geniş alanlara yayılabilmekte ve bulunduğu ekosistemlerde baskın hale gelmektedir. Okaliptuslerin çevresel etkileri yıllar içinde dikkat çekmeye başlamıştır. Su kaynakları üzerinde yoğun baskı oluşturması ve plantasyon sahalarından çevreye yayılma eğilimi, bu bitkilerin çevresel sürdürülebilirlik açısından ciddi bir tehdit oluşturmasına neden olmaktadır. Doğal yayılış alanlarının dışındaki plantasyon sahalarında doğal unsurlar üzerindeki olumsuz etkilerine yönelik sayısız bilimsel araştırma bulunmaktadır.”
Çoğunlukla okaliptuslarden oluşan yabancı bitkilerin bulunduğu bir alanda yapılan çalışmalarda bu türler nedeniyle su akışının yüzde 40’ının kaybolduğunun belirlendiğini vurgulayan Arslan, şunları kaydetti:
“Bu kaybı engellemek ve kuraklıkla mücadele etmek amacıyla yabancı bitki türlerinin tamamı alandan çıkarılmıştır. Benzer olarak Kruger to Canyons Biyosfer Alanı’ndaki okaliptus mücadele çalışmaları sayesinde yılda 8,6 milyon metreküp su kaybı önlenmiştir. Bu birkaç müdahale örneklerinden de görüldüğü üzere özellikle su kaynaklarının sınırlı olduğu bölgelerde okaliptus sahaları hızlı bir şekilde doğal ekosistemlere dönüştürülmektedir.
Zengin biyoçeşitliliği ile dikkat çeken Gediz Deltası Sulak Alanı da okaliptus plantasyonundan etkilenen alanlardan biridir. Türkiye’deki 14 RAMSAR alanından biri olan ve çeşitli koruma statülerine sahip olan delta, habitat çeşitliliği ile dikkat çekmektedir. 301 kuş türünün yaşadığı sulak alan, şehirle iç içe geçmiş ender delta sistemlerindendir.
Gerçekleştirilen izleme çalışmaları sırasında Gediz Deltası üzerindeki tehditler ortaya çıkarılmıştır. Bu tehditlerden biri de okaliptus plantasyon sahalarının etkisidir. 2000’li yılların başında deltanın güney bölgesine İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (İZSU) tarafından yöre halkı ile gerçekleştirilen bir çalışmada Eucalyptus camaldulensis dikilmiştir. Yüksek su tüketimi ile bilinen bu türün başlıca dikilme amacı ise çevredeki köyler için rekreasyon alanı oluşturmak ve yerüstündeki su kaynaklarını kurutarak sivrisinekle mücadele etmek olmuştur. 20 yılı aşkın süredir gelinen noktada sivrisinekler olması gerektiği gibi halen daha alanda yaşıyor olsa da, çalışmanın özellikle su kaynaklarını kurutma noktasında başarılı olduğu görülmektedir. Plantasyonun aynı zamanda alanı çevreleyen Kıyı Lagünlerinde de tatlı-tuzlu su dengesini bozacağı öngörülmektedir. Plantasyon nedeniyle mera alanlarında bozulma ve azalmalar yaşanmış, deltanın çeşitliliğini arttıran geçici sulak alanlar plantasyon sahasında yok olmuş ve yabancı bir bitki türünün deltaya girişine sebep olunmuştur. Bu saha, yakınlarında bulunan doğal habitatlarla karşılaştırıldığında kuşlar, memeliler, sürüngenler ve diğer yaban hayvanları açısından bir cazibe alanı oluşturmamaktadır. İklim değişikliği ve su kaynaklarının yanlış kullanımı nedeniyle her geçen gün deltada azalan tatlı su miktarına bir darbe de okaliptüs ağaçlarından gelmektedir.
Elde ettiğimiz bulgular sonucunda Gediz Deltası’nın güneyinde bulunan okaliptus sahasının doğu bölümündeki bir parçanın alandan çıkarılarak bitki takviyeleriyle yeniden mera alanına dönüştürülmesi gerekmektedir. Doğa Derneği olarak, kuruyan ve devrik ağaçların tohum yaymaması için alandan çıkarılması, okaliptus ağaçlarının kesilmeden önce yapraklarının toplanarak uçucu yağ elde edilerek ekonomik girdi sağlanması, okaliptus odunundan deltadaki yasal balıkçılar için kulübeler ve ziyaretçiler için bilgilendirme merkezi gibi deltaya uyumlu küçük ahşap yapıların yapılması, dönüştürülen alanda düzenli biyoçeşitlilik izlemelerinin gerçekleştirilmesini öneriyoruz.”