28 Şubat Süreci: Türkiye'nin Siyasi Tarihindeki Kara Sayfa
28 Şubat Süreci: Türkiye'nin Siyasi Tarihindeki Kara Sayfa
Demokrasimizin kara lekelerinden biri olarak hatırlanan 28 Şubat Postmodern Darbesinin üzerinden 27 yıl geçti. Bu süreçte neler yaşandı, neler oldu? İşte 28 Şubat'ın kronolojisi ve hafızalarda derin izler bırakan olayları bir kez daha hatırlayalım...
Haber Giriş Tarihi: 28.02.2024 10:41
Haber Güncellenme Tarihi: 28.02.2024 11:58
Kaynak:
SARE ALİYE AKÇAY
Türkiye tarihinde "postmodern darbe"olarak anılan ve toplum ile siyaset üzerinde derin izler bırakan 28 Şubat'ın üzerinden 27 yıl geçti. Bin yıl süreceği iddia edilen bu olaylar silsilesi, demokrasi tarihine kara bir leke olarak kazındı. 28 Şubat'ın mimarları ne derse desin, Türkiye için önemli bir dönemeç olan bu süreç, 27. yıl dönümünde yeniden tartışılıyor.
28 Şubat 1997'de gerçekleşen Millî Güvenlik Kurulu toplantısının ardından alınan kararlarla başlayan süreçte, Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan Tansu Çiller gibi önemli isimlerin görevde olduğu bir dönemeç yaşandı. Ordu ve bürokrasinin öncülüğünde gerçekleşen bu süreç, "irtica"ya karşı önlemler alınmasını amaçlıyordu.
RP-DYP Koalisyon Hükümeti ve Tartışmalar
28 Şubat 1997'den önce, merhum Necmettin Erbakan'ın başbakanlığında Refah Partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyon hükümeti kurulmuştu. Ancak bu hükümet, "rejimi tehdit ettiği" iddiasıyla bir dizi tartışmanın odağı oldu.
MGK Toplantısı ve Kararlar
28 Şubat 1997'de gerçekleşen MGK toplantısı, Türkiye'ye siyasi ve sosyal anlamda yeni bir yön çizdi. Toplantı, tarihinin en uzun sürenlerinden biri olarak 8 saat 45 dakika sürdü. Bu toplantı sonucunda alınan kararlar, siyasi dengeleri değiştirecek nitelikteydi.
"Laiklik" Vurgusu ve Yol Ayrımı
MGK bildirisinde öne çıkan "Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı grupların" vurgusuyla, Türkiye'nin laik ve demokratik yapısına vurgu yapıldı. Bu bildiri, siyasi partiler arasında ve toplumda büyük tartışmalara yol açtı, yol ayrımlarını hızlandırdı.
MGK kararlarının ardından yaşanan süreçte, Türkiye siyasi arenasında hareketli günler yaşandı. RP'nin kapatılması, yeni hükümetin kurulması ve 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması gibi adımlar, siyasi atmosferi etkiledi.
28 Şubat 1997, Türk siyasi tarihinde önemli bir dönemeç olarak kabul ediliyor. O tarihte alınan kararlar, Türkiye'nin siyasi ve toplumsal yapısını derinden etkiledi ve uzun yıllar boyunca üzerinde tartışılan bir konu oldu.
Necmettin Erbakan'a Refah Partisi'nin kapatılmasının ardından beş yıl siyaset yasağı getirildi. Refah Partisi'nin kapatılmasından sonra yerine Fazilet Partisi kuruldu ve 1999 seçimlerinde 111 milletvekili kazandı. Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, Refah Partisi aleyhine "Laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğu" iddiasıyla kapatma davası açtı. Davanın sonucunda parti kapatıldı ve Erbakan dahil altı parti yetkilisine beş yıl siyaset yasağı getirildi. Kapatılma gerekçesinde, parti yöneticilerinin laikliğe karşı eylemleri ve başörtüsü politikası da bulunmaktaydı. Bağımsız kalan milletvekilleri, Fazilet Partisi'ne katıldı.
(28 ŞUBAT SÜRECİNİN MİMARLARI)
Başbakan Erbakan, MGK kararlarının yumuşatılmasını istesede imzalamak durumunda kaldı. imzaladıktan sonra uygulanmaması için harekete geçti. Kararların TBMM'de reddedilmesini sağlamak amacıyla hareket etti. Ancak TBMM Başkanı Mustafa Kalemli, bu kararların hükümetin sorumluluğunda olduğunu belirterek tartışmaya izin vermedi.
Ordu tarafından talep edilenler arasında tarikatlarca işletilen okul, vakıf ve yurtların kapatılması, imam-hatip okullarının sayısının azaltılması, kamudaki irticai kadrolaşmanın sona erdirilmesi, İran'dan kaynaklanan irticai faaliyetlere karşı önlem alınması ve zorunlu ilköğretimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılması gibi maddeler yer alıyordu.
Hükümet ile asker arasındaki gerilimin yükselmesiyle birlikte Milli Güvenlik Kurulu "irtica" gündemiyle toplandı. Askeri kanat, 18 maddelik bir karar listesi sundu. En dikkat çekici taleplerden biri 8 yıllık zorunlu eğitimdi. Bu kararın alınmasıyla İmam Hatip Liseleri'nin orta kısmının kapatılması hedefleniyordu. Ayrıca tüm Kuran kurslarının Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlanması ve tarikatların faaliyetlerinin yasaklanması gibi istekler de toplantı boyunca dile getirildi.
Başbakan Erbakan, MGK'daki kararları hemen imzalamadı. MGK Genel Sekreterliği, "kararların uygulanmaması durumunda yaptırımların geleceği" uyarısında bulundu. Erbakan, askerlerin taleplerine karşı diğer parti liderlerinden destek aramaya çalıştı, ancak başarılı olamadı.
Tankların Ankara Sincan'da geçişi, hükümete yönelik askeri bir uyarının en belirgin örneğini oluşturdu. Şehir merkezinden geçen 20 tank ve 15 zırhlı araç, Genelkurmay Başkanlığı ve dönemin Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan tarafından eğitim amacıyla olduğu belirtildi. Ancak bu olay, askeri müdahale ihtimalini gündeme getirdi. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir daha sonra tank geçişlerini "demokrasiye balans ayarı" olarak nitelendirdi. Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Erbakan'a bir uyarı mektubu gönderdi. Mektupta, laik düzenin korunması için mevcut kanunların tam olarak uygulanması ve devlet kurumlarına dinci akımların girmesinin engellenmesi konusunda uyarılar yer aldı.
Darbeden önceki son olay, Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın Filistin ile dayanışma gecesi düzenlemesiydi. Bu geceye İran Büyükelçisi Muhmammed Rıza Bagheri'nin şeriat çağrısı yapması ve yapılan konuşmaların yanı sıra sergilenen tiyatro oyunu, irtica tartışmalarını körükledi. Bekir Yıldız'ın, başörtüsünün Müslümanların şeref sancağı olduğunu belirten ifadeleri dava konusu oldu. Yıldız, bu sözleri nedeniyle 6 Şubat'ta gözaltına alındı ve Ekim 1997'de "halkı din farklılığı gözeterek, kin ve düşmanlığa tehlikeli biçimde açıkça tahrik ettiği" gerekçesiyle 4 yıl 7 ay hapse mahkum edildi. Başbakan Necmettin Erbakan, bu gece için yaptığı açıklamada, "Biri hataen bir resim asarak bu ülkeyi yıkamaz" dedi, ancak bu sözler tartışmaları sona erdirmedi.
1998'de başörtüsü yasağına karşı yapılan büyük sivil toplum eylemi, İstanbul merkezli olup tüm Türkiye'ye yayıldı. Binlerce insan el ele tutuşarak özgürlük zinciri oluşturdu. Eylemlerde birçok kişi gözaltına alındı, tutuklandı ve hatta idamla yargılandı. Kız öğrenciler üniversitelere giriş hakkı için aylarca eylem yaptılar. Ancak devlet, bu mücadeleyi bastırmak için polis müdahalesiyle sürekli engelledi. Tazyikli su ve coplarla yapılan müdahalelerde, hatta karnındaki bebeğini düşüren genç annelerin feryadı bile dikkate alınmadı.
11 Ocak 1997'de Türkiye'de tarikatlara yönelik tepkilerin arttığı bir dönemde, Başbakan Necmettin Erbakan'ın 51 tarikat ve cemaat liderini Başbakanlık Konutu'nda özel bir iftar yemeğiyle ağırlaması tartışmalara yol açtı. Bu davet, Ankara'da rahatsızlık yarattı ve askerle hükümet arasındaki ilişkileri gerilimli hale getirdi. Yemeğe katılan dini cemaat liderlerinin sarıkları ve cübbeleri medyada geniş yer buldu. "Tarikat liderlerine başbakanlıkta iftar" başlıklarıyla basına yansıyan bu olay, siyasi çevrelerde tepkilere neden oldu. CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve 33 milletvekili, bu durumu protesto etmek amacıyla Başbakan Erbakan'ın tarikat liderlerine verdiği yemek hakkında suç duyurusunda bulundu.
9 Ocak 1997'de, hükümet ortaklarının imzaladığı bir genelgeyle Başbakanlık Kriz Masası kuruldu. Bu genelgeye göre, herhangi bir kriz durumunda başbakanın yetkileri Milli Güvenlik Kurulu (MGK) genel sekreterine devredilecekti. Kriz tanımı oldukça geniş bir şekilde yapıldı ve terör olaylarından doğal afetlere kadar birçok durumu kapsıyordu. Bu yönetmelikle birlikte, askerler kamu kurumlarıyla doğrudan temas kurmaya başladılar.
Askerler, ana akım medyayı brifinglerle ve doğrudan temaslarla yönlendirme yoluna gittiler. Televizyon kanallarına, Refah Partili bazı isimlerin laiklik ve cumhuriyet aleyhine ifadelerini içeren konuşmaları servis ediliyordu. Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, Hasan Mezarcı gibi isimlerin konuşmaları toplumdaki laiklik hassasiyetini artırmıştı.
1996'nın ikinci yarısında, askerler Refah Partisi iktidarına karşı büyük bir psikolojik savaş başlattı. Batı Çalışma Grubu (BÇG) adı altında oluşturulan yapı ile Refah Partisi'nin tüm faaliyetleri izlemeye alındı. Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları geri planda kalırken, Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Birve Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak süreci yönetti. İrticai faaliyet içerisinde olduğunu iddia ettiği kişilere karşı tedbir almak amacıyla kurulan BCG, 28 Şubat 1997 sürecinde 6 milyona yakın insanı fişlediği belgelendi. 6 Nisan 1997'de bütün askeri birimlere gönderilen ilk belgede, laiklik aleyhtarı faaliyetlerin arttığı vurgulanarak camilerin gözetim altına alınması emredildi. Plana göre, askerî personel camilere giderek laiklik karşıtı failleri ve sözleri garnizon komutanlıklarına bildirecekti. Çevik Bir imzasını taşıyan 29 Nisan 1997 tarihli ikinci belgede ise her ildeki öğrenci yurtları, özel okullar, dernekler, vakıflar, Kur'an kursları ve imam hatip okullarına gidenlerin sayısının ve kimliklerinin tespit edilmesi isteniyordu. Üçüncü belge ise birimin bilgi ihtiyaçlarının karşılanması hakkındaydı.
27 Mart 1994 Yerel Seçimleri: Refah Partisi'nin Yükselişi
27 Mart 1994 yerel seçimleri, Refah Partisi için önemli bir başarıydı. Parti, bir önceki yerel seçime göre oy oranını yüzde 19,14'e çıkararak büyük bir ivme kazandı. 15 büyükşehir belediyesinden 5'ini kazanarak İstanbul ve Ankara gibi önemli şehirlerde de başarılı oldu. Bu seçim, dini motifli muhafazakar sağın tarihinde önemli bir dönemeçti ve beklenenin üzerinde bir oy alımıyla sonuçlandı.
Refah Partisi'nin bu seçimde elde ettiği başarı, Erbakan'ın ve partisinin gelecek seçimlerde iktidara doğru ilerlediğinin ilk işaretiydi. Ancak, bu durum sözde demokrasi savunucuları arasında tedirginlik yarattı. Çünkü laiklik ilkesine bağlı olanlar, dini referanslarla siyaset yapılmasından rahatsızlık duydukları için Refah Partisi'nin yükselişini endişeyle izlediler.
24 Aralık 1995 genel seçimleri, Türkiye'nin çok parçalı siyasi manzarasını ortaya koydu. Ancak, Refah Partisi (RP) yüzde 21'in üzerinde oy alarak birinci parti oldu. RP, 550 milletvekilliğinden 158'ini kazanarak, siyasal İslam'ın yükseliş trendinde olan bir güç olduğunu bir kez daha gösterdi. RP'nin bu seçimde elde ettiği başarı, 1994 yerel seçimlerindeki zaferini pekiştirdi.
Erbakan'ın Hükümeti ve Koalisyon Süreci
Refah Partisi'nin hükümet dışına çıkarılması, Necmettin Erbakan'ın hükümeti kurma görevini üstlendikten sonra yaşandı. Siyasi çevrelerde, bir yanda pazarlıkların tıkanmasıyla dönüşümlü başbakanlık konusunda anlaşmanın zorlaştığı, diğer yanda ise askeri yetkililerin parti liderlerine Erbakan ile hükümet kurmamaları yönünde baskı yaptığı iddiaları konuşuldu.
Üst düzey askeri yetkililerin baskıları sonucunda Tansu Çiller'in RP'ye sırt çevirmesiyle hükümeti kurma görevi Erbakan'a verildi. Erbakan, DYP ile masaya oturarak Refah-Yol koalisyon hükümetini kurdu. Ancak, bu kırılgan hükümetin ömrü uzun olmadı.
29 Haziran 1996'da Türkiye, ilk kez bir İslamcı partinin liderinin Başbakan olmasıyla tarihi bir dönemece tanıklık etti. Necmettin Erbakan, başbakanlık koltuğuna oturdu ve bu durum özellikle laik kesimler ve Türk Silahlı Kuvvetleri içinde huzursuzluk yarattı. Refah-Yol koalisyonu, özellikle askerleri rahatsız etti ve bu rahatsızlıklar açıkça dile getirildi.
2-7 Ekim Kaddafi Krizi ve Erbakan'ın Dış Politika Hareketleri
28 Şubat sürecinin başlatıcı olaylarından biri olan 2-7 Ekim Kaddafi Krizi, Erbakan hükümetini eleştiri oklarının hedefine yerleştirdi. Erbakan'ın Mısır, Libya ve Nijerya'yı ziyaret etmesi, özellikle dikkat çekti. Libya ziyaretinin amacı, Türk müteahhitlerin alacaklarını tahsil etmekti, ancak ziyaret sırasında yaşananlar büyük yankı uyandırdı.
İslam İşbirliği ve Ekonomik İşbirliği Projeleri
22 Ekim'de, Erbakan İslam dünyası ile işbirliği projelerini hayata geçirme kararlılığını sürdürdü. G-7'ye alternatif olarak, D-8 adlı yeni bir ekonomik işbirliği grubunun kurulması için adımlar attı. Hükümet, Müslüman ülkelerin katılımıyla D-8'in kurulmasına öncülük etti.
Susurluk Kazası ve Derin Devlet Skandalı
3 Kasım'da meydana gelen Susurluk Kazası, Türkiye'deki derin devlet yapılanmasını gün yüzüne çıkardı. Bu olay, Türkiye'nin en büyük skandallarından biri haline geldi ve devlet-mafya-siyaset ilişkileriyle ilgili büyük tartışmalara yol açtı. Başbakan Erbakan ise, gelen suçlamaları 'fasa fiso' diye nitelendirdi.
28 Şubat, Türkiye'deki son askeri müdahale olarak değil, daha çok "post-modern darbe" olarak anılıyor çünkü askerler bu sefer geleneksel müdahale yöntemlerini kullanmadı. 1997'de Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller hükümeti, silahlı kuvvetler tarafından istifaya zorlandı, ancak askerler doğrudan iktidara el koymadı. Bunun yerine, medya üzerinden siyasi baskı ve kampanyalar yürütüldü. Askerler, hükümeti görevden almak için askeri güç kullanmak yerine, kamuoyunu yönlendirerek ve siyasi baskı uygulayarak "demokrasiye balans ayarı" yaptılar. Bu nedenle, geleneksel bir askeri darbe olmamasına rağmen, askeri ve bürokratik güçlerin müdahalesiyle gerçekleşen bu süreç "post-modern darbe" olarak adlandırılıyor.
28 Şubat Mağduriyetleri!
28 Şubat sürecinde, 10 yıllık bir dönemde 600 bin başörtülü öğrenci, eğitim hakkını kullanamadı. Aynı dönemde katsayı engeli nedeniyle 14 milyon meslek lisesi öğrencisi, istedikleri üniversitede eğitim alma şansını kaybetti.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) YAŞ kararları sonucu 1635 personel ihraç edildi.
Öğretmenler arasında istifa edenlerin sayısı 1997-2001 arasında yaklaşık 11 bin olarak kaydedildi ve 3 bin 527 öğretmenin görevine son verildi. Ayrıca, kılık kıyafet ya da fişlemeler nedeniyle 33 bin 271 öğretmen hakkında disiplin soruşturması açıldı ve 11 bin 890 öğretmen disiplin cezası aldı.
28 Şubat sürecinde Milli Eğitim Bakanlığı'nda (MEB) çalışan 4 bin 625 personel fişlendi ve 2 bin 639 kamu personeli "irticayla" ilişkilendirildi. 418 öğretim görevlisi ve 949 öğretmen "irticacı" olarak fişlendi.
İrtica gerekçesiyle 210 vali veya kaymakam hakkında raporlar hazırlandı.
Ekonomik olarak ise bu sürecin toplam zararı 381 milyar dolar olarak hesaplandı.
71 kaymakam görevden alındı, 331 emniyet mensubu inceleme başlatıldı ve 53 emniyet görevlisine idari ceza verildi. Ayrıca, 396 Diyanet personeli disiplin cezası aldı ve 128 Diyanet personeli meslekten atıldı.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
28 Şubat Süreci: Türkiye'nin Siyasi Tarihindeki Kara Sayfa
Demokrasimizin kara lekelerinden biri olarak hatırlanan 28 Şubat Postmodern Darbesinin üzerinden 27 yıl geçti. Bu süreçte neler yaşandı, neler oldu? İşte 28 Şubat'ın kronolojisi ve hafızalarda derin izler bırakan olayları bir kez daha hatırlayalım...
Türkiye tarihinde "postmodern darbe" olarak anılan ve toplum ile siyaset üzerinde derin izler bırakan 28 Şubat'ın üzerinden 27 yıl geçti. Bin yıl süreceği iddia edilen bu olaylar silsilesi, demokrasi tarihine kara bir leke olarak kazındı. 28 Şubat'ın mimarları ne derse desin, Türkiye için önemli bir dönemeç olan bu süreç, 27. yıl dönümünde yeniden tartışılıyor.
28 Şubat 1997'de gerçekleşen Millî Güvenlik Kurulu toplantısının ardından alınan kararlarla başlayan süreçte, Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan Tansu Çiller gibi önemli isimlerin görevde olduğu bir dönemeç yaşandı. Ordu ve bürokrasinin öncülüğünde gerçekleşen bu süreç, "irtica"ya karşı önlemler alınmasını amaçlıyordu.
RP-DYP Koalisyon Hükümeti ve Tartışmalar
28 Şubat 1997'den önce, merhum Necmettin Erbakan'ın başbakanlığında Refah Partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyon hükümeti kurulmuştu. Ancak bu hükümet, "rejimi tehdit ettiği" iddiasıyla bir dizi tartışmanın odağı oldu.
MGK Toplantısı ve Kararlar
28 Şubat 1997'de gerçekleşen MGK toplantısı, Türkiye'ye siyasi ve sosyal anlamda yeni bir yön çizdi. Toplantı, tarihinin en uzun sürenlerinden biri olarak 8 saat 45 dakika sürdü. Bu toplantı sonucunda alınan kararlar, siyasi dengeleri değiştirecek nitelikteydi.
"Laiklik" Vurgusu ve Yol Ayrımı
MGK bildirisinde öne çıkan "Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı grupların" vurgusuyla, Türkiye'nin laik ve demokratik yapısına vurgu yapıldı. Bu bildiri, siyasi partiler arasında ve toplumda büyük tartışmalara yol açtı, yol ayrımlarını hızlandırdı.
MGK kararlarının ardından yaşanan süreçte, Türkiye siyasi arenasında hareketli günler yaşandı. RP'nin kapatılması, yeni hükümetin kurulması ve 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması gibi adımlar, siyasi atmosferi etkiledi.
28 Şubat 1997, Türk siyasi tarihinde önemli bir dönemeç olarak kabul ediliyor. O tarihte alınan kararlar, Türkiye'nin siyasi ve toplumsal yapısını derinden etkiledi ve uzun yıllar boyunca üzerinde tartışılan bir konu oldu.
Necmettin Erbakan'a Refah Partisi'nin kapatılmasının ardından beş yıl siyaset yasağı getirildi. Refah Partisi'nin kapatılmasından sonra yerine Fazilet Partisi kuruldu ve 1999 seçimlerinde 111 milletvekili kazandı. Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, Refah Partisi aleyhine "Laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğu" iddiasıyla kapatma davası açtı. Davanın sonucunda parti kapatıldı ve Erbakan dahil altı parti yetkilisine beş yıl siyaset yasağı getirildi. Kapatılma gerekçesinde, parti yöneticilerinin laikliğe karşı eylemleri ve başörtüsü politikası da bulunmaktaydı. Bağımsız kalan milletvekilleri, Fazilet Partisi'ne katıldı.
(28 ŞUBAT SÜRECİNİN MİMARLARI)
Başbakan Erbakan, MGK kararlarının yumuşatılmasını istesede imzalamak durumunda kaldı. imzaladıktan sonra uygulanmaması için harekete geçti. Kararların TBMM'de reddedilmesini sağlamak amacıyla hareket etti. Ancak TBMM Başkanı Mustafa Kalemli, bu kararların hükümetin sorumluluğunda olduğunu belirterek tartışmaya izin vermedi.
Ordu tarafından talep edilenler arasında tarikatlarca işletilen okul, vakıf ve yurtların kapatılması, imam-hatip okullarının sayısının azaltılması, kamudaki irticai kadrolaşmanın sona erdirilmesi, İran'dan kaynaklanan irticai faaliyetlere karşı önlem alınması ve zorunlu ilköğretimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılması gibi maddeler yer alıyordu.
Hükümet ile asker arasındaki gerilimin yükselmesiyle birlikte Milli Güvenlik Kurulu "irtica" gündemiyle toplandı. Askeri kanat, 18 maddelik bir karar listesi sundu. En dikkat çekici taleplerden biri 8 yıllık zorunlu eğitimdi. Bu kararın alınmasıyla İmam Hatip Liseleri'nin orta kısmının kapatılması hedefleniyordu. Ayrıca tüm Kuran kurslarının Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlanması ve tarikatların faaliyetlerinin yasaklanması gibi istekler de toplantı boyunca dile getirildi.
Başbakan Erbakan, MGK'daki kararları hemen imzalamadı. MGK Genel Sekreterliği, "kararların uygulanmaması durumunda yaptırımların geleceği" uyarısında bulundu. Erbakan, askerlerin taleplerine karşı diğer parti liderlerinden destek aramaya çalıştı, ancak başarılı olamadı.
Tankların Ankara Sincan'da geçişi, hükümete yönelik askeri bir uyarının en belirgin örneğini oluşturdu. Şehir merkezinden geçen 20 tank ve 15 zırhlı araç, Genelkurmay Başkanlığı ve dönemin Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan tarafından eğitim amacıyla olduğu belirtildi. Ancak bu olay, askeri müdahale ihtimalini gündeme getirdi. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir daha sonra tank geçişlerini "demokrasiye balans ayarı" olarak nitelendirdi. Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Erbakan'a bir uyarı mektubu gönderdi. Mektupta, laik düzenin korunması için mevcut kanunların tam olarak uygulanması ve devlet kurumlarına dinci akımların girmesinin engellenmesi konusunda uyarılar yer aldı.
Darbeden önceki son olay, Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın Filistin ile dayanışma gecesi düzenlemesiydi. Bu geceye İran Büyükelçisi Muhmammed Rıza Bagheri'nin şeriat çağrısı yapması ve yapılan konuşmaların yanı sıra sergilenen tiyatro oyunu, irtica tartışmalarını körükledi. Bekir Yıldız'ın, başörtüsünün Müslümanların şeref sancağı olduğunu belirten ifadeleri dava konusu oldu. Yıldız, bu sözleri nedeniyle 6 Şubat'ta gözaltına alındı ve Ekim 1997'de "halkı din farklılığı gözeterek, kin ve düşmanlığa tehlikeli biçimde açıkça tahrik ettiği" gerekçesiyle 4 yıl 7 ay hapse mahkum edildi. Başbakan Necmettin Erbakan, bu gece için yaptığı açıklamada, "Biri hataen bir resim asarak bu ülkeyi yıkamaz" dedi, ancak bu sözler tartışmaları sona erdirmedi.
1998'de başörtüsü yasağına karşı yapılan büyük sivil toplum eylemi, İstanbul merkezli olup tüm Türkiye'ye yayıldı. Binlerce insan el ele tutuşarak özgürlük zinciri oluşturdu. Eylemlerde birçok kişi gözaltına alındı, tutuklandı ve hatta idamla yargılandı. Kız öğrenciler üniversitelere giriş hakkı için aylarca eylem yaptılar. Ancak devlet, bu mücadeleyi bastırmak için polis müdahalesiyle sürekli engelledi. Tazyikli su ve coplarla yapılan müdahalelerde, hatta karnındaki bebeğini düşüren genç annelerin feryadı bile dikkate alınmadı.
11 Ocak 1997'de Türkiye'de tarikatlara yönelik tepkilerin arttığı bir dönemde, Başbakan Necmettin Erbakan'ın 51 tarikat ve cemaat liderini Başbakanlık Konutu'nda özel bir iftar yemeğiyle ağırlaması tartışmalara yol açtı. Bu davet, Ankara'da rahatsızlık yarattı ve askerle hükümet arasındaki ilişkileri gerilimli hale getirdi. Yemeğe katılan dini cemaat liderlerinin sarıkları ve cübbeleri medyada geniş yer buldu. "Tarikat liderlerine başbakanlıkta iftar" başlıklarıyla basına yansıyan bu olay, siyasi çevrelerde tepkilere neden oldu. CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve 33 milletvekili, bu durumu protesto etmek amacıyla Başbakan Erbakan'ın tarikat liderlerine verdiği yemek hakkında suç duyurusunda bulundu.
9 Ocak 1997'de, hükümet ortaklarının imzaladığı bir genelgeyle Başbakanlık Kriz Masası kuruldu. Bu genelgeye göre, herhangi bir kriz durumunda başbakanın yetkileri Milli Güvenlik Kurulu (MGK) genel sekreterine devredilecekti. Kriz tanımı oldukça geniş bir şekilde yapıldı ve terör olaylarından doğal afetlere kadar birçok durumu kapsıyordu. Bu yönetmelikle birlikte, askerler kamu kurumlarıyla doğrudan temas kurmaya başladılar.
Askerler, ana akım medyayı brifinglerle ve doğrudan temaslarla yönlendirme yoluna gittiler. Televizyon kanallarına, Refah Partili bazı isimlerin laiklik ve cumhuriyet aleyhine ifadelerini içeren konuşmaları servis ediliyordu. Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, Hasan Mezarcı gibi isimlerin konuşmaları toplumdaki laiklik hassasiyetini artırmıştı.
1996'nın ikinci yarısında, askerler Refah Partisi iktidarına karşı büyük bir psikolojik savaş başlattı. Batı Çalışma Grubu (BÇG) adı altında oluşturulan yapı ile Refah Partisi'nin tüm faaliyetleri izlemeye alındı. Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları geri planda kalırken, Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir ve Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak süreci yönetti. İrticai faaliyet içerisinde olduğunu iddia ettiği kişilere karşı tedbir almak amacıyla kurulan BCG, 28 Şubat 1997 sürecinde 6 milyona yakın insanı fişlediği belgelendi. 6 Nisan 1997'de bütün askeri birimlere gönderilen ilk belgede, laiklik aleyhtarı faaliyetlerin arttığı vurgulanarak camilerin gözetim altına alınması emredildi. Plana göre, askerî personel camilere giderek laiklik karşıtı failleri ve sözleri garnizon komutanlıklarına bildirecekti. Çevik Bir imzasını taşıyan 29 Nisan 1997 tarihli ikinci belgede ise her ildeki öğrenci yurtları, özel okullar, dernekler, vakıflar, Kur'an kursları ve imam hatip okullarına gidenlerin sayısının ve kimliklerinin tespit edilmesi isteniyordu. Üçüncü belge ise birimin bilgi ihtiyaçlarının karşılanması hakkındaydı.
27 Mart 1994 Yerel Seçimleri: Refah Partisi'nin Yükselişi
27 Mart 1994 yerel seçimleri, Refah Partisi için önemli bir başarıydı. Parti, bir önceki yerel seçime göre oy oranını yüzde 19,14'e çıkararak büyük bir ivme kazandı. 15 büyükşehir belediyesinden 5'ini kazanarak İstanbul ve Ankara gibi önemli şehirlerde de başarılı oldu. Bu seçim, dini motifli muhafazakar sağın tarihinde önemli bir dönemeçti ve beklenenin üzerinde bir oy alımıyla sonuçlandı.
Refah Partisi'nin bu seçimde elde ettiği başarı, Erbakan'ın ve partisinin gelecek seçimlerde iktidara doğru ilerlediğinin ilk işaretiydi. Ancak, bu durum sözde demokrasi savunucuları arasında tedirginlik yarattı. Çünkü laiklik ilkesine bağlı olanlar, dini referanslarla siyaset yapılmasından rahatsızlık duydukları için Refah Partisi'nin yükselişini endişeyle izlediler.
24 Aralık 1995 genel seçimleri, Türkiye'nin çok parçalı siyasi manzarasını ortaya koydu. Ancak, Refah Partisi (RP) yüzde 21'in üzerinde oy alarak birinci parti oldu. RP, 550 milletvekilliğinden 158'ini kazanarak, siyasal İslam'ın yükseliş trendinde olan bir güç olduğunu bir kez daha gösterdi. RP'nin bu seçimde elde ettiği başarı, 1994 yerel seçimlerindeki zaferini pekiştirdi.
Erbakan'ın Hükümeti ve Koalisyon Süreci
Refah Partisi'nin hükümet dışına çıkarılması, Necmettin Erbakan'ın hükümeti kurma görevini üstlendikten sonra yaşandı. Siyasi çevrelerde, bir yanda pazarlıkların tıkanmasıyla dönüşümlü başbakanlık konusunda anlaşmanın zorlaştığı, diğer yanda ise askeri yetkililerin parti liderlerine Erbakan ile hükümet kurmamaları yönünde baskı yaptığı iddiaları konuşuldu.
Üst düzey askeri yetkililerin baskıları sonucunda Tansu Çiller'in RP'ye sırt çevirmesiyle hükümeti kurma görevi Erbakan'a verildi. Erbakan, DYP ile masaya oturarak Refah-Yol koalisyon hükümetini kurdu. Ancak, bu kırılgan hükümetin ömrü uzun olmadı.
29 Haziran 1996'da Türkiye, ilk kez bir İslamcı partinin liderinin Başbakan olmasıyla tarihi bir dönemece tanıklık etti. Necmettin Erbakan, başbakanlık koltuğuna oturdu ve bu durum özellikle laik kesimler ve Türk Silahlı Kuvvetleri içinde huzursuzluk yarattı. Refah-Yol koalisyonu, özellikle askerleri rahatsız etti ve bu rahatsızlıklar açıkça dile getirildi.
2-7 Ekim Kaddafi Krizi ve Erbakan'ın Dış Politika Hareketleri
28 Şubat sürecinin başlatıcı olaylarından biri olan 2-7 Ekim Kaddafi Krizi, Erbakan hükümetini eleştiri oklarının hedefine yerleştirdi. Erbakan'ın Mısır, Libya ve Nijerya'yı ziyaret etmesi, özellikle dikkat çekti. Libya ziyaretinin amacı, Türk müteahhitlerin alacaklarını tahsil etmekti, ancak ziyaret sırasında yaşananlar büyük yankı uyandırdı.
İslam İşbirliği ve Ekonomik İşbirliği Projeleri
22 Ekim'de, Erbakan İslam dünyası ile işbirliği projelerini hayata geçirme kararlılığını sürdürdü. G-7'ye alternatif olarak, D-8 adlı yeni bir ekonomik işbirliği grubunun kurulması için adımlar attı. Hükümet, Müslüman ülkelerin katılımıyla D-8'in kurulmasına öncülük etti.
Susurluk Kazası ve Derin Devlet Skandalı
3 Kasım'da meydana gelen Susurluk Kazası, Türkiye'deki derin devlet yapılanmasını gün yüzüne çıkardı. Bu olay, Türkiye'nin en büyük skandallarından biri haline geldi ve devlet-mafya-siyaset ilişkileriyle ilgili büyük tartışmalara yol açtı. Başbakan Erbakan ise, gelen suçlamaları 'fasa fiso' diye nitelendirdi.
28 Şubat, Türkiye'deki son askeri müdahale olarak değil, daha çok "post-modern darbe" olarak anılıyor çünkü askerler bu sefer geleneksel müdahale yöntemlerini kullanmadı. 1997'de Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller hükümeti, silahlı kuvvetler tarafından istifaya zorlandı, ancak askerler doğrudan iktidara el koymadı. Bunun yerine, medya üzerinden siyasi baskı ve kampanyalar yürütüldü. Askerler, hükümeti görevden almak için askeri güç kullanmak yerine, kamuoyunu yönlendirerek ve siyasi baskı uygulayarak "demokrasiye balans ayarı" yaptılar. Bu nedenle, geleneksel bir askeri darbe olmamasına rağmen, askeri ve bürokratik güçlerin müdahalesiyle gerçekleşen bu süreç "post-modern darbe" olarak adlandırılıyor.
28 Şubat Mağduriyetleri!
28 Şubat sürecinde, 10 yıllık bir dönemde 600 bin başörtülü öğrenci, eğitim hakkını kullanamadı. Aynı dönemde katsayı engeli nedeniyle 14 milyon meslek lisesi öğrencisi, istedikleri üniversitede eğitim alma şansını kaybetti.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) YAŞ kararları sonucu 1635 personel ihraç edildi.
Öğretmenler arasında istifa edenlerin sayısı 1997-2001 arasında yaklaşık 11 bin olarak kaydedildi ve 3 bin 527 öğretmenin görevine son verildi. Ayrıca, kılık kıyafet ya da fişlemeler nedeniyle 33 bin 271 öğretmen hakkında disiplin soruşturması açıldı ve 11 bin 890 öğretmen disiplin cezası aldı.
28 Şubat sürecinde Milli Eğitim Bakanlığı'nda (MEB) çalışan 4 bin 625 personel fişlendi ve 2 bin 639 kamu personeli "irticayla" ilişkilendirildi. 418 öğretim görevlisi ve 949 öğretmen "irticacı" olarak fişlendi.
İrtica gerekçesiyle 210 vali veya kaymakam hakkında raporlar hazırlandı.
Ekonomik olarak ise bu sürecin toplam zararı 381 milyar dolar olarak hesaplandı.
71 kaymakam görevden alındı, 331 emniyet mensubu inceleme başlatıldı ve 53 emniyet görevlisine idari ceza verildi. Ayrıca, 396 Diyanet personeli disiplin cezası aldı ve 128 Diyanet personeli meslekten atıldı.
Kaynak: SARE ALİYE AKÇAY
Usulsüz çakar kullananlara ağır ceza: 96 bin TL para cezası ve araç men edilecek
Adana’da firari hükümlüler jandarma operasyonuyla yakalandı
Adana’da 22 Kasım Diş Hekimliği Günü etkinliklerle kutlanmaya başladı
Adana’da ‘Engelsiz İletişim’ semineriyle toplumda farkındalık yaratıyor
Adana Demirspor camiasında gündem Fatih Terim
SON HABERLER
Ekim ayında kartlı ödemeler yüzde 78 arttı: Temassız ödemeler ve internetten yapılan işlemler yükseldi
Ekim ayında Türkiye’de kartlı ödeme işlemleri 1,49 trilyon TL’ye ulaşırken, temassız ödemelerin oranı her 5 kartlı ödemeden 4’üne yükseldi. İnternetten yapılan kartlı ödemeler ise yüzde 82 oranında büyüme gösterdi.
Martı, istinaf mahkemesi kararıyla zafer kazandı: TAG uygulaması kapatılmayacak
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi (İstinaf Mahkemesi), İstanbul Taksiciler Odası’nın Martı TAG uygulamasının kapatılması talebine karşı Martı'nın lehine karar verdi. Bu karar, 2.5 yıl süren hukuk mücadelesinde Martı'nın itirazlarını haklı buldu ve yerel mahkemenin kararını bozdu. Martı TAG uygulamasının kapatılması yönündeki karar, İstinaf Mahkemesi tarafından ortadan kaldırıldı.
Adanaspor'da hedef üç puan
TFF Trendyol 1. Lig'in 13. haftasında Sakaryaspor'u konuk edecek olan Adanaspor, bu karşılaşmanın hazırlıklarına devam etti. Turuncu-beyazlı futbolcular, hedeflerinin 3 puan olduğunu söyledi.