Bayram BULUT -Ahmet Akdeniz
ADANA (İLKHABER)-İMO Adana Şube Başkanı Hasan Aksungur, Marmara depreminin ardından geçen 20 yıllık sürede hiçbir konuda yeterli hazırlığın yapılmadığının 6 Şubat 2023 depremleriyle ortaya çıktığını söyledi.
İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Adana Şubesi tarafından 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen Marmara Depreminin 24. yılı nedeniyle basın toplantısı düzenlendi. İnşaat Mühendisleri Odası’nda düzenlenen basın toplantısında konuşan İMO Adana Şube Başkanı Hasan Aksungur, tarihin yıkıcı depremlerinden olan 17 Ağustos Marmara Depreminin üzerinden 24 yıl, 6 Şubat Depremlerinin üzerindense 6 ay geçtiğini söyledi. Söz konusu depremlerin, coğrafyanın gördüğü en büyük depremlerden olduğunu belirten Aksungur, ortaya çıkan can ve mal kayıplarının nedeni olarak depremlerin büyüklüklerini göstermenin, şimdiye kadar çoktan alınması gereken önlemleri almayan, bilime ve mühendisliğe kulaklarını tıkayan anlayışın sığındığı bahaneden öte bir anlam olmadığını savundu.
Marmara depreminin ardından geçen 20 yıllık sürede hiçbir konuda yeterli hazırlığın yapılmadığının 6 Şubat 2023 depremleriyle ortaya çıktığını savunan Aksungur, bunun göstergesinin depremin üzerinden henüz 6 ay geçmesine rağmen konunun yetkili kurum ve kuruluşların ve yöneticilerin gündeminden çıkmış olmasından, verilen sözlerin çoktan unutulmuş olmasından anlaşıldığını dile getirdi. Depremin üzerinden 6 ay geçmesine rağmen bölgede yıkımı beklenen ağır hasarlı yapıların tehlike yaratmaya devam ettiğini anlatan Aksungur, kontrolsüz bir şekilde yürütülen enkaz kaldırma işlemlerinin çevreye ve insan sağlığına zarar verdiğini kaydetti.
Depremlerden korunmanın yolunun riskleri azaltmaktan geçtiğini vurgulayan Aksungur, var olan yapı stokunun büyük çoğunluğunun, deprem yönetmelikleri dikkate alınarak yapılmadığını; yapıların ya mühendislik hizmeti olmadan üretildiğini ya da yeterli düzeyde mühendislik hizmeti almamış olduğunu işaret etti. TBMM’nin İzmir Depremi sonrası kurduğu Araştırma Komisyonun Temmuz 2021 tarihli raporuna göre Türkiye’de 10 milyon civarında olan yapı stokunun 6-7 milyon civarında olan kısmı riskli yapı statüsünde olduğundan bahseden Aksungur, “Bu risk ortadan kaldırılmadığı veya azaltılmadığı sürece ülkemiz büyük yıkımlarla defalarca yüzleşeceği gibi, depremler sonrası müdahalelerde de yetersiz kalmaya mahkum olacaktır. Bugün riskli yapı miktarımız istatistiksel yöntemlerle tahmin edilmektedir. Oysa, Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planına göre 2017 yılına kadar ülkemizdeki yapı stokunun envanterinin çıkartılıp bunlara müdahale edilmesi gerekmekteydi. Ne yazık ki 2023 Türkiye’sinde yapı envanterin nasıl çıkarılacağının yöntemi bile belirlenmiş durumda değildir” dedi.
İstanbul’da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının tahminlerine göre 600 bin civarında yapının riskli olduğu belirtildiğini dile getiren Aksungur, “Yine TBMM’nin Kahramanmaraş merkezli Depremlere ilişkin çıkarmış olduğu Mayıs 2023 tarihli raporundan anlaşıldığı üzere son 11 yıl içerisinde ülke genelinde 238 bin civarında riskli yapıya “Kentsel Dönüşüm” adı altında müdahale edilerek yenilenmesi sağlanmıştır. Yani 2012 yılından bu yana riskli olduğu düşünülen yapı miktarının sadece yüzde 3-4 civarındaki kısmı yenilenebilmiştir. Aynı durum çok ciddi bir deprem tehdidi altındaki İstanbul için de geçerlidir. Bir milyon beş yüz bin civarında yapının olduğu İstanbul’da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının tahminlerine göre 600 bin civarında yapının riskli olduğu belirtilmektedir. Buna karşılık 81 bin 228 binanın “Kentsel Dönüşüm” kapsamında yıkılıp yenilendiği TBMM’nin Mayıs 2023 tarihli raporunda ifade edilmektedir. Buna göre İstanbul’daki riskli yapı dönüşümünün son 11 yıl içeresin de yüzde 13-14 civarında kaldığı görülmektedir. Aynı yöntemlerle devam edilmesi halinde İstanbul’un “güvenli” bir yapılaşmaya kavuşması 80 yıl gibi bir zamana yayılacaktır” şeklinde konuştu.
Aksungur sözlerini şöyle sürdürdü;
“İstanbul’da dönüştürülen 81 bin 228 binadaki 381 bin 214 konut ve 53 bin 942 işyerine karşılık, 702 bin 593 konut ve 64 bin 256 işyeri yapıldığı ifade edilmektedir. Yüzde 85 civarındaki yoğunluk artışı kent üzerinde ulaşım, altyapı, sosyal olanaklar gibi konularda büyük bir baskı oluşturup yaşanamaz kentler yaratırken, deprem açısından da yapısal riskleri kentsel risklere dönüştürmektedir. Deprem risklerinin azaltılması kentsel yoğunluğun azaltılmasıyla doğru orantılıdır. Rant odaklı kentsel dönüşüm projeleri riskleri azaltmadığı gibi artırmaktadır. Kaldı ki gerçekten acil olarak dönüştürülmesi gereken binalar/bölgeler rant getirisi olmadığı takdirde kaderine terk edilmektedir. Rantsal getiriden faydalanmak için son dönemlerde yapılmış ve yapısal risk taşımayan bazı binaların da kentsel dönüşümden faydalanarak yıkılıp yeniden yapıldığı bilinen bir gerçektir. 6 Şubat depremlerinin; yapı denetim hizmeti en temelde bir kamu görevi olarak ele alınması önemini, serbest piyasa koşullarına terk edilmesinin yanlış olduğunu açıkça gösteriyor. Çünkü bir yapı, mülkiyeti ister devlette, ister gerçek kişilerde, isterse özel kuruluşlarda olsun doğrudan toplumun güvenliğini, tarihini, kültürünü, konforunu, ekonomisini ve çevresini etkileyen/ilgilendiren bir varlıktır. Bu özelliklerinden dolayı yapılar kamusal varlıklardır. Üstelik 2019 yılına kadar müteahhitlerin kendi denetim şirketlerini belirlediği bir sistem yürürlükte olmuş ve 18 yıl boyunca müteahhitlerin kendi denetçilerini seçmesiyle yapı denetimi işleri yürümüştür. 2019’dan sonra müteahhidin kendisinin denetçiyi belirleme sisteminden çıkılarak havuz sistemine geçilmesi de sorunları çözmeye yetmemiştir.”
Yapıların inşa aşamasındaki mühendislik hizmetlerinin hayati önemde olduğunu anlatan Aksungur, “Deprem ve diğer afetlerin yapılarda yaratmış olduğu hasarların çok büyük bir kısmının imalat kusurlarından kaynaklandığı bilinmesine rağmen inşa sürecinin temel aktörü olan şantiye şefliğine gerekli önem verilmemektedir. Uygulamada şantiye şefliği hizmeti sadece resmi prosedürleri tamamlamak amacıyla kağıt üzerinde kalmaktadır. Dolayısıyla Şantiye Şefliği formalite olmaktan çıkarılmalı, her şantiyede tam zamanlı olmak üzere bilgili ve işin gerektirdiği deneyime sahip mühendisler vasıtasıyla yapılması sağlanmalıdır. Bugün ne yazık ki, ülkemizde bir işi yapabilme yeterliliğine haiz olmanın ölçütü, diploma sahibi olmaktan geçmektedir. Diploma, mühendis ya da mimarın o konuda eğitim almış kişi olduğunu göstermenin yanı sıra o alandaki işi yetkinlikle yapabilmenin de göstergesi sayılmaktadır. Oysa diplomanın belgelediği eğitim her koşulda çok önemli ve gerekli ise de bir işi gerektiği gibi yapabilmenin ölçütü olarak alınamaz. Bunun, öğretici, geliştirici, olgunlaştırıcı ve nitelikli bir uygulama deneyimi ile tamamlanması, bir başka deyişle, mühendisin düzeyli bir uygulamanın içinde pişmesi gerekmektedir. İnşaat mühendisliği çok geniş bir mühendislik dalı olma niteliğinin yanı sıra uygulaması ile de tecrübenin büyük öneme sahip olduğu bir meslek alanıdır. Dört yıllık bir mühendislik lisans eğitimini tamamlamak, mühendislik yetki ve sorumluluklarını kullanmak için yeterli değildir. Bu sebeple, inşaat mühendisliğinin ilgi alanına giren konularda halkın güvenli yaşam hakkının korunması ve yatırımların ekonomik sınırlar içerisinde kalması amacıyla “Yetkin Mühendislik” sisteminin hayata geçebilmesi için yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla 1938 yılından bugüne değiştirilmemiş olan 3458 sayılı Mühendislik ve Mimarlık Kanunu değiştirilmeli Meslek Odalarının kendi meslektaşlarını yetkinliklerine göre belgelendirme ve yetkilendirme hakkı getirilmelidir. Çünkü tüm dünyada olduğu gibi meslek içi eğitim, mesleki bilgiyi-deneyimi ölçme ve değerlendirme, mesleki faaliyetlerin ve meslek etiğinin takibi gibi süreçler ancak Meslek Kuruluşları aracılığı ile yapılabilir ve sürekliliği sağlanabilir” diye konuştu.
Aksungur sözlerini şöyle tamamladı;
“Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, gerek kamu kurumlarının, gerekse kamusal alanların ihtiyaç duyduğu nitelikli mühendislik hizmetlerini tanımlarken Meslek Odalarının belgelendirme sistemlerini baz almalıdır. İmar Kanunu, Yapı Denetim Kanunu, Afetlerle ilgili Kanunlar, İhale Kanunu gibi yapılaşmayı belirleyen pek çok kanun ve bağlı yönetmelik, şartname ve tebliğlerinde tarif edilmeye çalışılan mühendislik hizmetleri Meslek Odalarının vereceği belgeler ile tanımlanmalıdır.Sonuç olarak vurgulamak isteriz ki; Sağlıklı yapılaşma, nitelikli bilimsel/teknik kurallar, nitelikli eğitim, nitelikli mesleki hizmetler, nitelikli müteahhitlik ve nitelikli kamusal denetim ile mümkündür.”